28 Şubat 2012 Salı

Halvete Girilecek Oppalar ^^

Ortada dolaşan, milletin hayallerini süsleyen yakuşuklu opplardan harem düşüncesi bana da LaFea tarafından paslandı :D Eeee madem böylesine iç açıcı, ağız sulandıran ve hayal gücünü zorlayan bir mim var karşımda yazmamak olmazdı.


1. Park Si Hoo

Kendisini The Princess Man dizisinde keşfedip haremime ekledim. Kesinlikle gözden kaçmayacak ve takibine devam edilecek bir oyuncu. 



2. Song Seung Heon


Nam-ı diğer Honey Honey kesinlikle ama kesinlikle unutulmaması gereken oppalardan birisi. Haremin olmazsa olmazı bence. Hele My Princess dizisinde cömertçe sergilediği, adeta fan servis yaptığı vücuduyla haremin gözdelerinden birisi :)



3. Alexander Skarsgård

Bu sarışın devi True Blood dizisinde izledim ve hayran kaldım. Canlandırdığı Eric Nortman karakterine şaheser gibi can veren başarılı bir aktör. Viking genlerine, şahane mavi gözlerine ve iki metre boyuna hayran olmamak elde değil. 




4. Kang Ji Hwan

Kang Ji Hwan'ı önce Hong Gil-Dong dizisinde gördüm ve beğendim. Ama listeye girmesini sağlayan Lie To Me dizisindeki güzel performansıdır. Ses tonu biraz sinir bozucu olsa da harika bir gülümsemeye sahip olduğu inkar edilemez.



5. Bi Rain

Sebebe gerek yok. Ama düşündüm ki ben Rain'in sadece Full House dizisini izlemişim :D Başarılı bir şarkıcı ve yetenekli bir iş adamı. Yeteneklerini sonuna kadar kullanmaktan ve elinde olanları paylaşmaktan yada sergilemekten çekinmiyor :D



6. Justin Hartley

Smallville dizisinde karşımıza Oliver Queen yani Green Arrow olarak çıkan oyuncu hem yakışıklı yüzünü hemde güzel vücudunu dizide bol bol sergiliyor. Dizide beyaz atlı prens yada beyaz oklu prens :D edalarıyla dolaşan başarılı aktörü beğenmemek elde değil. 



7. Joe Manganiello


True Blood dizisinde kurt adam Alcide olarak karşımıza çıkan bu şahane adama hayran olmamak ne mümkün. Kendisi beyaz atlı prens kategorisine Beyaz Kurt olarak teşrif ediyor :)




8. Cha Seung Won

Greatest Love ve City Hall dizilerinde izleyip oyunculuğuna hayran olunası kişidir. 40 yaşındaki oyuncu ilerleyen yıllara meydan okuyarak dizilerin ve filmlerin başrollerini almaya devam ediyor. Seviyoruz kendisini :)




9. Lee Seo Jin


İlk izlediğim kore dizilerinden Lovers'ın mafya babası rolüyle karşıma çıktı. 2006 yapımı bir dizi olmasına rağmen 'gerçek' öpüşme sahneleri içermesi diziyi öne çıkaran özelliklerinden birisiydi. Aynı dizideki patlak gözlü salak kızla uzun süren beraberliği olduğunu öğrenince soğumuştum kendisinden. Ama doğru yolu bulmuş ve o kızdan ayrılmış. Yaşı 40 olan aktör göreni çarpan gamzeleri, etkileyici vücudu ve oyunculuğuyla haremde yerini garantiledi.



Veee işte final...
Tahmin edenler yanılmadı...
Haremin son sırasında Gong Yoo yer alıyor :)


Aslında son anda listeye girmeyi başaran 'cezalı' harem üyelerinden birisi. Askerden geleli iki yıl oldu hayranlarına sadaka verir gibi iki tanecik film çekti :( Dizi istiyoruz dizi... Kendisi İspanya senin Japonya benim gezerken biz buralarda hasretten kıvranıyoruz. Gong Yoo yeni dizi çekene kadar cezalı euehuehue



Bu harem yazısı çok yordu beni. Sebebi fotoğraf seçme derdi :D Çok zor beğenen biriyim napıyıımmm =) Neyse bir mimin daha sonuna geldim. Sanırım bu mimi blogrolumdaki tüm arkadaşlar yazdı. Bu yüzden tekrar paslamaya gerek yok. Ama illa ben de yazmak isterim diyen varsa üzerine alınıp yazabilir ;)

22 Şubat 2012 Çarşamba

Asi ~ Monica McCarty

Carrefourdan aldığım kitaplardan üçüncüsünü dün bitirdim. Yazmak için fırsat yaratmak için elimden geleni yaptım. Çünkü bu kitaba tek kelimeyle BAYILDIM! Bilindiği üzere ben fanatik bir Judith McNaught hayranıyımdır. Tüm kitaplarını okuyup, kitaplığımda arşivledim. Yine bilindiği gibi eski İngiltere ve İskoçya zamanlarında geçen romanlara ayrı bir düşkünlüğüm vardır. 

Judith McNaught'un kalemini bu konuda, yani dönem romanları bakımından her zaman rakipsiz görmüşümdür. Yazarın ilk romanı Düşler Krallığı için 'yazar daha iyisini yazana kadar rakipsiz' demişliğim bile vardır. Tabii bu kelimeleri okumuş olduğum 50 kadar dönem romanına dayanarak söylüyordum. Düne kadar iyi, orta karar ve hatta bazen başarılı olduğunu düşündüğüm birçok roman okudum. Ama hepsi için genel kanaatim, Düşler Krallığı'nın yanından bile geçmez şeklindeydi.

Anladığınız üzere artık geçmiş zaman kipleri kullanıyorum. Çünkü Monica McCarty tarafından yazılmış olan Asi isimli roman tüm düşüncelerimi yerle bir etti. Roman, rakipsiz gördüğüm Düşler Krallığı kadar başarılı, hatta romanın birçok yerinde ondan bile daha iyi. İşte bu yüzden bu roman için tereddütsüz olarak 'Mutlaka Okuyunuz!' sözlerini söyleyebiliyorum. 

Bu kadar övdükten ve gerektiği gibi tavsiye ettikten sonra romandan bahsedelim.



Kitap Koridor Yayınları tarafından Ekim/2010 yılında Asi ismiyle yukarıdaki kapakla raflarda yerini aldı. Yazar Monica McCarty tarafından Temmuz/2007 yılında Highlander Untamed adıyla aşağıdaki kapakla yayınlandı.



Gördüğünüz gibi yayınevi kapağı değiştirse de romanın konu ve temasına sadık kalarak uygun bir tasarım tercih etmiş. Çok başarılı.

Kitabın Konusu:

Onu kendine aşık etmek için yalnızca bir yılı vardır... Isabel MacDonald, amansız kavgaya bir son vermek için klanının en azılı düşmanı Rory MacLeod ile nişanlanmayı kabul eder. Ancak nişan onun kaleye – ve biraz tahrikle kalbine – girişini kolaylaştırmak için bir paravandır. Ne var ki haince planları hayranlık duyduğu her şeye sahip güçlü ve korkusuz bir Highland reisi olan Rory tarafından sınanır. Şimdi Isabel hep hayal ettiği mutluluğu, tam da ihanet etmesi gereken adamda bulmuş ve ihtirasın, intikamdan çok daha tehlikeli olabileceğini görmüştür.

Dostların yakınında olsun ama düşmanların daha da yakında... Rory’nin MacLeod klanının reisi olarak görevi açık ve nettir: Kralın emrine itaat edip MacDonald’ların kızı ile evlenmek – şartları ise kendisi belirleyecektir. Rory nişanın yalnızca bir yıl sürmesine karar verip kızı ailesine teslim ettikten sonra başka biriyle evlilik yapmayı planlar. Fakat bu baştan çıkarıcı güzellikteki kadının, onun çelik gibi dirayetine meydan okuyacağını ve sert görünüşünün altında içten içe kaynayan dizginlenmemiş ihtirası ortaya çıkaracağını tahmin edemez. 

Kitabın konusundan da anlaşılacağı üzere ortada şahane bir adam, şahane güzel bir kadın ve bir ihanet var. Ancak yazar o kadar güzel bir hikaye kurgusu yazmış ve karakterleri o kadar şahane anlatmış ki, yemeden içmeden kitabı okumak geldi içimden. Karakterlere göz atalım;

Rory MacLeod: MacLeod klanının reisi. Reis dediysek öyle böyle değil yani tam bir reis. Yazarın bakış açısıyla söylemek gerekirse; tüm vücudu demirden kaslarla örülü, devasa irilikte, koskocaman kılıcı tüy misali savuracak kadar kuvvetli, mavi gözlü ve arzulu bir klan reisi. Klanı için herşeyi feda edecek kadar sert bir adam. İsabel'i şiddetle istemesi, arzulaması bile çelik gibi iradesini eritemez. Tabii bir yere kadar çelik dediysek taş demedik herhalde :) 

İsabel MacDonald: Klanının geleceğini kurtarmak adına hain dayısının planına alet olmayı kabul ediyor. Görür görmez adamda çarpılmış etkisi yaratacak kadar güzel ve cesaretli bir kadın. Amacı dayısının istediği şeyi yaparken Rory'i kendine aşık etmek. Ancak planlarda yer almayan birşey var; vücudu çelikten kaslarla örülü şahane yakışıklı bir klan reisi. ^^

İşte kitabımızın konusu ana karakterlerimizin etrafında dönerken, biz okuyucu ise yazar Monica McCarty'nin her fırsatta değindiği, Rory MacLeod'un çelikten kaslarla örülü vücudunun detaylarını okuyoruz. Şikayet ettiğimi söylemiyorum, aksine yazar o kadar başarılı bir şekilde anlatıyor ki sizde İsabel'le beraber hayran hayran Rory'nın kaslarını süzerken buluyorsunuz kendinizi. Hele kitapta bir yerde 'Rory inatla kollarını göğsünde kavuşturdu' diyordu. Hem İsabel hemde okuyucu hayranlıkla şişen kol pazularına bakar buluyor kendini :) ^^ 

Yani demek istediğim yazar inanılmaz şahane anlatmış karakterleri. Tabii bu kadın karakterimiz için de geçerli. Ancak ben bir bayan okuyucu olarak dikkatimi başka şeylere odakladım. Mesela Rory'nin çelikten örülü karın kaslarına :D Eehuehue anlatmaya başladığımdan beri kaç kez 'çelikten örülü kaslar' ifadesini kullandım acaba :)))

Sözün özü ve kısacası; mutlaka ama mutlaka okumanızı tavsiye edeceğim bir roman. Ayrıca yazarı da sıkı takibe aldığımı söylemeliyim. Akşam yaşadığım büyük mutluluğu da sizlerle paylaşayım. Carrefourdan altı adet kitap almıştım. Tesadüf eseri Koridor Yayınları tarafından Asi romanında Rory'nin erkek kardeşi Alex MacLeod'un hikayesinin anlatıldığı Maskesiz romanını da almışım. Fark edince o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Gecenin bir köründe hemen birkaç sayfayı okudum. Aklımda kalan; Alex'in sırtında asılı olan kılıcını çekerken kol pazularının nasıl olduğunu anlatılması :D İlgi çekici euheuehue

Araştırmama göre MacLeod klanını anlatan seri yazar tarafından üç kitap olarak yazılmış. Koridor Yayınları kitap sıralamasına sadık kalarak bu üç kitabı da yayınlamış. Rory ve Alex'in kitapları elimde mevcut. En kısa zamanda Fiona Macleod'un hikayesinin anlatıldığı Kır Zincirlerini romanını da almak istiyorum. 

Beklemede kalın. Yeni romanlarla ve anlatımlarla tekrar döneceğim :)


MacLeods of Skye Üçlemesi:

1- Asi 

Keyifli okumalar.. 

20 Şubat 2012 Pazartesi

'Sevilerek' Yaşamak!

Geçtiğimiz Pazar günü sevgili dostum LaFea'nın çok değerli babannesinin 40 mevlütü vardı. Onun için önemli olan bu günde bende onun yanında yer aldım. Evlerimizin birbirine uzak mesafelerde yer alması sebebiyle ancak son kısmına yetişebildim. Yani ikram dağıtım zamanına :) Yerime oturur oturmaz koskocaman bir tabak konuldu kucağıma :)

Canım dostum LaFea'da o kalabalıkta o telaş arasında, neredeyse dakika başı yanıma gelip bir ihtiyacım olup olmadığını, rahat olup olmadığımı sık sık kontrol etti. İkramda hiç birşey eksik değildi hatta fazlası vardı. Pilav üstü et, su böreği, poğaca,(edit:zeytinyağlı yaprak sarma) turşu, baklava, kadayıf tatlısı, kakaolu toplar ve tavuk göğsü. Unutmadıysam bunlar vardı ikramda. Çok özenilmiş ve anısına ruhuna yapılan dualara yakışır bir mevlüt düzenlemişti ailesi.

Başlığın adı neden 'Sevilerek Yaşamak' diye soracak olursanız eğer; şimdi LaFea'nın babannesi 90 küsür yaşına kadar yaşamış, torununun torununu görmüş bir insandı. Mevlütte de dikkatimi çeken şeylerden biri de bu oldu. Kuru kuru uzun bir ömür değildi nur ninemizin yaşadığı hayat. Dolu dolu sevilerek, sayılarak ve severek geçirilmiş bir ömürdü. İşte bu yüzden bundan sonra dileğim uzun yaşamak değil, dolu dolu sevilerek yaşamaktır. 

Babannenin sevdiği renk yeşil olunca sevdikleri onun anısına mevlüt şekerini değişik bir şekilde dağıttılar. Kupanın içindeki akide şekerlerinin arasına serpilmiş karanfiller, açar açmaz şahane bir koku saldı evin içine. Canım arkadaşım LaFea benim için ayırmıştı bu güzel hediyeyi. Babannesini yakından tanıma fırsatım olmadı ama LaFea için önemli olması benim için hediyenin değerini arttırmak için yeterliydi.

Nur ve huzur içinde yat dolu dolu 'sevilen' insan! 






17 Şubat 2012 Cuma

Aşka Bir Şans Daha ~ Georgette Heyer

Şu yazımda bahsettiğim ve geçen hafta ilk kitabı okuyarak rafa kaldırdığım kitaplarımdan ikincisine geçtim. Ben kitap ne kadar sıkıcı yada konusu ne kadar akmasa da elimden bırakmadan okuyan, en azından emeğe hak veren bir okuyucuyum. Ama hayatımda çok ender olarak birkaç kitabı okumadan bırakmışımdır. Bu kitap da o listede yer alarak okunmadan bırakıldı. Kitap hakkındaki bilgilere bakalım.




Kitap Koridor Yayınları tarafından Aşka Bir Şans adıyla 2010 yılında yukarıdaki kapakla raflarda yerini aldı. Yazar Georgette Heyer tarafından 1934 yılında The Convenient Marriage ismiyle aşağıda yer alan ilk kapakla yayınlandı. Kitap daha sonra bir çok değişik kapakla yayınlansa da orjinal kapak aşağıda gördüğünüz şekildedir.



Kitabın Konusu:

Evlenme vaktinin geldiğine karar veren Kont Rule, kendisi için en mantıklı ve uygun olan seçimi yaptı. Eş olarak seçtiği Leydi de Kont’un teklifini kabul elti. Fakat Leydinin düşünmeden hareket eden aceleci ama çekici kız kardeşi Horatia’nın başka planlan vardı. Ablası Lizzie sevdiği adamla evlenirse, kendisi de Kont’la evlenebilirdi! Horatia’nın cesareti, ailesini şaşırtmakla kalmadı, Kont’un da aklını karıştırdı. Horatia, Kont için en uygun eş olmayabilirdi ama bir insanın onun yanında sıkılmasına imkân yoktu. 

Kitabı yorumlamaya gelince; okuduğum en kötü romanlardan biriydi. Kitabın arka kısmında 'parlak bir zekanın ürünü olan diyaloglar' diye yazıyor. Kitaptaki diyaloglar o kadar yoğun ve sıkıcıydı ki, okurken sanki ben konuşuyorum gibi çenem yoruldu. 

Kitapta hizmetçiden tutunda sokaktan öylesine geçen bir adamın en derin düşüncelerine bile yer verilmiş. Yazar kitapta adı geçen her kişiye kitapta diyalog verince, kitap adeta bir tiyatro senaryosuna benzemiş. Kitapta çok fazla karakter yer alması ve kitabın ilk sayfalarından itibaren sizi bu karakter karmaşasının içine çekmesi, kitabın en negatif özelliği. 

İtiraf ediyorum kitabı sadece 7. bölüme (99.sayfa) kadar okudum. Ancak bu bile kitabı elimden bırakmam için yetti de arttı bile. Kitabın iki ana karakteri Kont Rule (ana erkek karakter) ve Horatia (ana kadın karakter) arasında duygu, his ve romantizm eksikliği o kadar bariz ki, insan bu iki kişinin birbirine aşık olmasını bekleyemiyor bile. Yazar için 'tarihsel aşk romanları denilince akla gelen ilk yazar' deniliyor arka kapakta. Dürüst olmak gerekirse Jane Austen hayranı biri olarak bu yazarın onun tırnağı bile olamayacağını düşünüyorum. 

Ben bu düşüncemi sadece tek bir romanına dayanarak verdim. Yazar elli yıllık yazarlık hayatında altmıştan fazla roman yazmış. Ve yazdığı 'tarihsel dönemi' yaşamış biri olarak çok başarılı olduğunu düşünmüyorum. Yazar  Georgette Heyer (1902-1974) yılları arasında yaşamış yani Regency dönemi İngiltere'sini yansıttığı romanlarının en azından bir kısmını görme şansına erişmiş. 

Yine de dediğim gibi kitapta diyalog ve bol karakterden başka birşey yok. Hatta ben kitabın finaline de baktım. İki ana karakterimiz son 5-6 satırda ancak 'yakınlaşma' diyebileceğimiz bir şeyler yaşıyorlar. Kitapta tek düze bir anlatım ve derinlemesine bir konu yok. Yüzeysel ilişkiler ve bol diyalog içeren kitaplardan hoşlanıyorsanız okuyabilirsiniz. Dediğim gibi 'historical romance' yada 'tarihsel aşk romanları' tutkunuysanız eğer uzak durmanız gereken kitapların başında geliyor. 

Toparlamak gerekirse eğer ben ettim siz etmeyin. Sakın almayın ve okumayın! :)

Puan: 10 / -10 (eksi 10)

15 Şubat 2012 Çarşamba

Kollarımdaki Yabancı ~ Tracy Anne Warren

Şu yazımda bahsettiğim kitaplardan ilkini bitirdim. Koridor Yayınları tarafından yayınlanan kitapların en sevdiğim özelliği diğer yayınevleri gibi saçma kapaklar seçmemesi. En azından kitabın içindeki konu ve karakterlere uygun tasarımlar tercih ediyorlar. Okuduğum kitapta hem kapak hem de konu bakımından ilginç olduğundan ilk tercihim oldu.




Roman Koridor Yayınları Tarafından 2011 yılında Kollarımdaki Yabancı ismiyle yukarıdaki kapakla raflarda yerini aldı. Yazar Tracy Anne Warren tarafından Mart 2006'da The Husband Trap (Koca Tuzağı) ismiyle aşağıdaki kapakla yayınlandı. Gördüğünüz gibi kapak değişse bile kapağın üzerinde yazan yazılara kadar aslına sadık kalınıyor.



Romanın Konusu

Violet Brantford hayatı boyunca kendini hep Raeburn Dükü Adrian Winter'ın arzulu kollarında hayal etmiştir. Oysaki Dük, Violet'in şen şakrak, toplum önünde daha gösterişli tıpatıp ikizi Jeannette ile evlilik hazırlığı içindedir. Ancak Jeannette düğün törenine yalnızca dakikalar kala hayatını dükle birleştirme kararından vazgeçer. Dudu dilli Violet çok geçmeden kendini beyazlar içinde bulur; kardeşinin yerini almıştır. Kısa sürede cemiyet içinde parmakla gösterilen bir hanımefendi olan Violet hayal bile edemeyeceği fantezileri yaşarken gerçek kimliğini bir sır gibi saklamaya devam eder.

Adrian ise kendi düşüncesine göre ne yaptığının farkındadır. Her ne kadar Jeannette bencil ve aklı havada olsa da Winter ismini taşıyacak mükemmel bir eş görüntüsü çizmektedir. Fakat dünyalar tatlısı masum eşi onu her defasında şaşırtmakta ve mantık evliliğine dair beklentilerini kökünden değiştirmektedir. Planda yokken Dük'ün içine tarifsiz bir aşk ateşi düşer.


Romanı yorumlamaya gelince. Birbirine tıpatıp benzeyen ikiz kardeşler Violet ve Rose'un oyunları en başta beni sinir etse de sonra şunu düşündüm. Aşk için neleri göze alabilirsin ve sınırını  çizebilir misin? İşte kitabımızın bayan karakteri Violet aşk için herşeyi göze alabilecek kadar gözü kararmış durumda. 

İkiz kardeş Rose ise bencillikte sınır tanımayan, şımartılmış ve istediğini zahmete girmeden elde etmeye alışmış biri. Bu sebeple onun için istediğini elde etmek daha önemli. Düğünden birkaç saat önce evlenmekten cayınca hem kendini hemde kardeşini kaderin bilinmez kollarına atıyor.

Erkek karakterimiz Adrian ise bir dük. Başarılı, yakışıklı ve mevki sahibi. İstediği şey güzel ve hoş görünen, toplum içerisinde ona yakışacak, mutlu etmese bile en azından ona katkı sağlayacak biriyle evlenmeyi tercih ediyor. Bu yüzden de ikizlerden içine kapanık iki üç kelime edemeyen Violet yerine Rose'u tercih ediyor.

Yada o öyle zannediyor. Aslında kitap hakkında daha çok şey yazmak istiyorum ama fark ettiğiniz üzere fazla detaya girmeyi sevmiyorum ben. Bu yüzden kitabın güzel ve kafa yormayan, duygulara ve hislere hitap eden, güzel bir kurgu ve karakterler etrafında ilerleyen bir kitap olduğunu bilmeniz yeter. Bu kadar güzel özellikleri bir arada içeren kitabı okumanızı da tavsiye etmek düşer bana :)  

Kitap hakkında araştırma yaparken, bu romanın üç kitaptan oluşan serinin birinci kitabı olduğunu farkettim. Yayınevi tarafından devamı yayınlandımı acaba diye kontrol edince Şubat ayında diğer ikiz Jeannette Rose'un hikayesinin anlatıldığı Gül ve Diken isimli kitabın raflarda yer aldığını öğrendim. Fiyatı düştüğünde alıncak kitaplar listeme çoktan ekledim bile :)


Puan: 10 / 8

14 Şubat 2012 Salı

ON THE AİR

Aralık ayında Garanti Bankasının Facebook Sayfası üzerinden düzenlediği bir çekiliş vardı. Garanti Yılbaşı Ağacı çekilişi. Ben de şansımı denemeye karar vermiştim. 

Çekiliş sonucunda İnternet Mikrofonu kazanmıştım. Aradan zaman geçince unuttum açıkçası. Bu sabah kapımızı çalan kargonun getirdiği küçük paketi görünce aklıma geldi.

Nihayetinde mikrofon elime ulaştı ve açıkça söylemek gerekirse çok beğendim. Radyocuların yada eski türk filmlerinde şarkıcıların kullandıkları mikrofonlara benziyor :)  Hemen test ettim. Ayrıca mini hoparlör olarak da kullanılan bir mikrofon. Tek negatif özelliği pille çalışması. Pillerini takınca üst tarafta yazan ON THE AİR yazısında ışık yandı. Çok hoşuma gitti.





NOT: Şimdi bu benim sevgililer günü hediyem mi oldu şimdi :D euehuehuhe 

9 Şubat 2012 Perşembe

Beni Bana Bırak ~ Mary Balogh


Kitap Epsilon Yayınevi tarafından Ekim 2010 tarihinde Beni Bana Bırak ismiyle yukarıdaki kapakla raflarda yerini aldı. 

Yazar tarafından ise The Secret Pearl (Gizemli-Gizli İnci) adıyla Eylül/1991 tarihinde aşağıdaki kapakla yayınlandı. 


Kitabın Konusu:

Onur ve sorumluluklarına hapsolmuş bir adam: Vücudu yara izleriyle kaplı bir savaş kahramanı.Ve yaralarını yüreğinde saklayan kaçak bir kadın.İkisini bir araya getiren talihsiz bir gece.Birbirlerinin yaralarını sarabileceklerini keşfederken,Aralarında kıvılcımlanan güçlü tutkular.
Adam Kent onu ilk olarak gece vakti Londra’daki bir tiyatronun önünde, gölgeler içerisinde görür. Hayatta kalmak için vücudunu satmak zorunda kalmış çekici bir kadındır karşısındaki. 

Fleur Hamilton büyüleyici gözlere sahip bu iyi giyimli centilmenin kurtarıcısı olacağına hiç ihtimal vermez. Onunla aynı yatağa girdiği zaman da bu yabancıyı bir daha göreceği aklından bile geçmez. 

Fakat Fleur daha sonra küçük bir kıza mürebbiyelik yapmak için bir teklif alır ve bu teklifi kabul eder... Gece yarısı beraber olduğu centilmenin güçlü bir asilzade olduğunu keşfedince de şaşkına döner. 
Tutuşan kalpler ve üzerlerinde dolanıp duran bir skandal tehdidi... Cevaplanmayı bekleyen önemli bir soru kalmıştır geriye: Fleur metres mi olacaktır yoksa bir eş mi?




Kitabı anlatmadan önce karakterlerine de göz atalım: 

Fleur Hamilton: Fleur gizemli bir geçmişle ve sakladığı büyük sırla Londra'nın arka sokaklarında açlıktan ölmemek için yapabileceği en son şeyi yapıyor. Bedenini ücret karşılığında bir adama veriyor. İşte erkek karakterimiz burada devreye giriyor.

Ridgeway Dükü Adam Kent: Zengin ve yakışıklı genç dük sahip olduğu ünvanın arkasına gizlenmeyip Waterloo savaşına katılmış ve bu savaştan aldığı ağır yaralarla geri dönmüştür. Savaşa gitmeden önce aşık olduğu Sybil adındaki genç kadınla evlenmiştir. 

***

Şimdi ben özellikle bu kitabı çok ama çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Nedenine gelince kitap inanılmaz Jane Eyre kitabına benziyor. Kopya anlamında demiyorum olumlu anlamda söylüyorum. Jane Eyre romanına bayılmış biri olarak, daha cesur bir kalemle farklı bir hikaye kurgusuyla ele alınmış temaya bayıldım.

Kitap sıkıcı Londra gecelerinden birinde arka sokaklarda başlıyor. İki karakteri bedensel olarak bir araya getiren bir gece yaşanıyor. Dönem romanlarına bayılan biri olarak, bu kitapta vıcık vıcık bir aşk hikayesi yok bunu belirtmem lazım. Yani demek istediğim dönem romanlarında klasik bir sıralama vardır. Karakterler birbirleriyle tanışır, -ki genelde ilk görüşte aşık olurlar yada cinsel anlamda birbirlerini çekerler- mutlaka ama mutlaka bir balo faslı yaşanır, ondan sonra ise aşık olan çiftin vıcık vıcık mutluluk+kavgalarını okuruz.

İşte Mary Balogh'un kaleme aldığı Beni Bana Bırak (Gizli İnci) bu klişelerin dışında yer alıyor. Ciddi bir hikaye örgüsü, karakterler arasında adım adım aşkın gelişmesi, boğaza yumru dayayan bir aşk öyküsü yani kısacası dram yönü ağır basan bir 'historical romance' kitabı.

Eğer Jane Eyre kitabını okumuş ve beğenmiş iseniz bu kitabı da seveceksiniz demektir. Baştan sona hikaye örgüsüyle okuyucuyu son sayfaya kadar sımsıkı sarıp bırakmayan bu kitabı sizlere şiddetle tavsiye ediyorum. Sonradan arşivime göz atınca yazarın daha önce yayınlanan Asla Unutulmaz kitabıda bende varmış. Boş bir zamanda tekrar üzerinden geçmek lazım. 

Puan: 10 / 12  

Kalbimi Çaldın ~ Rita Hunter



Bu kitabı Ocak ayında okumuş rafa kaldırmıştım. Ama elim bir türlü klavyeye gitmediğinden yazamadım :D Sepya Yayınevi tarafından ilk baskısı Temmuz/2010 tarihinde yapıldı. Bende ki baskı 3. baskı Eylül/2010. Bu da demek oluyor kitap gerçekten iyi satarak başarılı oldu.

Kitabın konusu internette:

Eğer hemen şimdi konuşmazsan seni zindana attırmak zorunda kalacağım ufaklık.” Kızın gözleri daha da büyüdü ve sadece “Lütfen efendim,” diyebildi güzel dudaklarını bükerek. Birden adam, vücutlarının birbirine yapışmış, elleri kızın ensesinde, son derece samimi bir yakınlıkta durduklarını fark etti ve bedeninde bir sızı hissetti. Yüzleri birbirine çok yakındı. Kızın ensesinde tuttuğu elleri, sıkı topuz yaptığı simsiyah saçlarında dolanmaya başladı bilinçsizlikle. İpek gibi diye düşündü şaşkınlıkla. Tehlikeli yakınlığı kız da hissetmiş olacak ki çırpınmaya başladı adamın ellerinde. Sanki Wayne de bu komutu bekliyormuş gibi kızı iyice kendisine yaklaştırdı ve sertçe dudaklarını öptü ‘Tanrım, çok güzel,’ derken kasıklarına inen sert diz darbesiyle kendine gelerek genç kızı bıraktı ve iki büklüm kaldı.

Kitabın arka kapağında ise:

Cordelia Winslet için Wayne malikanesi, sadece kısa bir süredir orada yaşıyor olmasına rağmen tam anlamıyla bir sığınaktı. Geçinmeleri için dolgun bir maaş, doğanın tüm nimetlerini bir arada barındıran zengin topraklar ve güvenli bir ortam… Büyükbabasının bahçıvan olarak işe başladığı bu görkemli malikaneye, söylemeye mecbur kaldıkları küçük yalanla yerleştiklerinde ne deli dolu Cordelia ne de aklı başında Henry Cornwel başlarının belaya gireceğini düşünmüyorlardı bile. Zaten öyle düşünmeleri için de hiçbir sebep yoktu. Tabii bu varsayım, VII. Wayne Dükü Edward Alexander Wayne’in Londra eğlencelerinden sıkılıp, sahip olduğu topraklara dönmeye karar verdiği an yerle bir olacaktı. .. ve bundan sonra hiçbir şey Cordelia için aynı olmayacaktı… 

Kitabın benim açımdan yorumuna gelince. Cordelia bence başlı başına gıcık bir karakterdi. Abuk subuk yerlerde sinirlenmesi, saflığı ve gereksiz erkeksi davranışları kadın karaktere ısınmamı zorlaştırdı. Dük Edward'ın ise (yanlış hatırlamıyorsam Cordelia 17-18 yaşlarında olmalı kitapta) kendinden yaş olarak çoookk küçük bir kıza ilk görüşte 'kıpırdanması' çok kötüydü bence. 

Dönem kitaplarına olan düşkünlüğüm bu kitabı almama engel olmadı tabii :) Yalnız kitapta çokça yer alan yan karakterler Madeline & Mark Deckett çiftinin hikayelerine yer verilmesi çok sinirimi bozdu. Belli ki bu çiftimiz yazarımız tarafından önceden kaleme alınmış ve Kalbimi Çaldın romanına misafir edilmişlerdi. En sinir olduğum yayınevlerinin kitap sıralamalarına dikkat etmeden rastgele kitap yayınlamaları. Bir bakın kardeşim ya bu kitapların bir sıralaması var mı?? Öfff neyse.. 

Yazarın kitaplarını okuyanların genel bir kanısı mevcut. Yazar 'historical romance' temalı kitapların kraliçesi Judith McNaught'tan fazlasıyla esinlenmiş. Okurken bende bu düşünceye kapıldım ama yazar kalemini başarıyla kullanarak bunu sadece 'örnek almak' olarak bırakmış. 

Diyeceğim o ki.. Kitap bazen eğlenceli, kitabın neredeyse tamamında yanlış anlaşılmaların hakim olduğu, gurur sebebiyle 'gerçek aşkı' kabullenememe :S  ve gereksiz ayrılıklar olan bir kitap. Kitap epey bir indirime girdiğinde almanızı tavsiye ederim. Yoksa gereksiz para vermeyin bence.

Puan: 10 / 7


1 Şubat 2012 Çarşamba

İstanbul Karlar Altında*******

Biliyorum televizyonda insanı kusturana kadar gösterdiler ama ben yine de bu yazıyı yazmadan edemedim. Ben kış mevsimini özellikle kar yağışlıysa çok severim. 7/24 camdan izlesem bıkmam o derece. Eee son iki gündür İstanbul'u esir alan kar dün gece etkisini şiddetle arttırınca ortaya seyirlik ve fotoğraflamalık görüntüler çıktı. İstanbul'da kış mevsimini bir de benim kameramdan izleyin ve görün istedim. 


Saat neredeyse 12 olacak fotoğraflamak için mükemmel zamanlama :)


Saat 00:30 hala dışarıdayım :)



Yukarıdaki iki foto 1 Şubat sabahı saat 07:00'de çekildi. Napayım çok seviyorum kar seyretmeyi. Hava bile aydınlanmamış daha :D


İşe gitmek için yola çıkanlar :(


******* snoww snowww******



Yukarıdaki iki fotoda saat 9 da çekildi. Ne kadar seviyorsam kar ı utanmasam dakika dakika fotoğraflıyacakmışım. euehuhe


Benim gibi kar delisine fotoğraflar yeterli gelmedi tabii ki videoda çektim =))


Sokak lambasının ışığında pek anlaşılmıyor ama deli gibi kar yağıyordu.


Arada hem rüzgarın hemde benim korku filmlerini anlatan nefesim duyulabilir =))))) Ama hava o kadar soğuktu ki ellerimin titrediği görüntüden bile anlaşılıyor.


Bu da sabah saat 8 de çektiğim video. Evimiz cadde hizasında ve köşe başında. Bu yüzden evde otururken bile kar keyfini doyasıya yaşayabiliyoruz. :)

İstanbul'da kar demek kış demek eziyetle eş anlamlı oluyor. Ama eğer evdeyseniz yada işe gitmiyorsanız çok zevkli olabiliyor. İstanbul bu güzel kış mevsimine hasret kalmıştı. Ben kış mevsiminin iyi taraflarını görüyorum tabi. Allah evsizlere, yakacağı olmayanlara ve sokakta yaşayan hayvanlara vardım etsin.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...