21 Aralık 2010 Salı

Doğumgünü(m)... Hemde 'Sevdiklerimle' ♥

Resimsiz bir post olacak. Bari kulaklığımda çalan şu harika şarkıyı dinleyiverin :) Sözleri çok anlamlı ;)

Rascal FlattsI'm Movin On





Hatırlayanından, unutanına... Kırgın yada üzgün değilim. Aksine çok mutluyum şu an. Sevdiklerim yanımda, dostlarım yanımda...Kısaca değer verdiklerimle beraberim. Huzurluyum, mutluyum... Son 5-6 ay benim için çok zor ve kötü geçti.  Artık hatırlamak bile istemeyeceğim şeyler yaşadım. Ama beni tanıyan herkes çok iyi bilir. Ben bir işi yaparsam her zaman 'en iyisini' yaparım. Dolayısıyla bir insanı silmek söz konusu olduğunda üzerine çizgi çekmekte benden daha başarılı kimse olamaz.


Şimdiye kadar bu konu hakkında bir satır bile yazmadım. LaFea'm hep yaz rahatla, kendini deşarj et diyor bana. Hiç zamanı değil ama şu an yazmak istedim. Bilenler biliyor gerçi ama yine de bu satırlar anlamsız gelenlerde olabilir. Bu sebeple kısaca bahsetmek yerinde olur kanımca.


Geçtiğimiz Haziran-Temmuz döneminde 11 yıllık taa liseden 'bi-insan'la  (burada bahsi geçen bi-insan eskiden ennn iyi arkadaş'tı) aynı yerde çalışıyorduk. Ki o  'bi-insan' ve benim aramızdan su sızmaz, en özelden en gizliye herşeyimizi paylaşırdık. Daha da öteye gider hatta birbirimize kardeş bile derdik. Şahsi görüşüm uçurumdan atlasa tereddütsüz arkasında giderim derdim. Neyse zaten bu sıfatlara değmezmiş. İşte bu ' bi-insan' o dönemde yani Haziran-Temmuz döneminde bi tuhaflaşmaya başladı. Gerginleşti falan. Neyse mevzuyu yumurtladı sonunda. Sözde -sözde diyorum çünkü ben ASLA böyle birşey yapmadım- ben msn de bilimum kişi veya kişilerle 'bi-insan' hakkında ileri geri konuşuyormuşum. Ağıza alınmayacak kadar kötü şeylermiş. Duyunca el ayak boşanıyormuş falan o derece. Ben doğal olarak ne duyduğunu ne gördüğünü sordum. Söyle dedim. Cevap 'Sana bunu söylemek zorunda değilim'. Eeee o zaman defol git....  Neyse konuyu fazla uzatmayayım gereksiz can sıkıcı 'bi-insan'dan bahsederek. İşte bu meseleden o kişi 11 yıllık arkadaşlığı çöpe attı. Patrona gidip hakkımda çalışmıyor, işini yapmıyor vs.. gibi şeyler söylemiş. Senelik izine çıktığım Temmuz ayında da patrona izine çıktığımdan haberi olmadığını söylemiş (ki biz tarihi Nisan ayında kesinleştirmiştik bu meselelerden önce). Nihayetinde zaten çalışmadığımı düşünen patrona tazminatsız işten kovulmamı söylemiştir. İşte kendisi böyle adi bi-insan dır. Kendisi daha ağır tabirleri hak etmektedir. Ancak ben ne yazık ki basit bir insan için bu kadar küçülemem.  Lakin yaşadığımız her an kendisine lanet edip, hakkında ailece+dost+akraba beddua etmeye devam ediyoruz. Severek hemde hergün...


İşte böylesine üzücü ve böylesine yıkıcı bir dönemde yanımda olan canım bidanem dostum LaFea'm iyi ki varsın ey dost. Şu hayatta kim bilir daha neler görüp yaşayacağım bilmem ama Allah'ım dilerim beni hep mutluluk hep dostluk ve hep iyi insanlarla karşılaştırsın. 10 yıllık insandan görmediğim yakınlığı arkadaşlığı senden gördüm. Hep böyle kal emi... Benim dostum olarak.


Ailem yanımda oldu her zaman, destek oldular bana. İş bulamadığım sıkıntılı depresif dönemde, huysuzluğuma aksiliğime hiç ses etmediler. Hep sevdiler koşulsuz.. Canım ablam ve ailem sizleride seviyorum...


Tarih'im canım seni de unutmadım tabii. 21 Aralık olur olmaz telefonumu bipleterek beni unutmadığını hemencik gösterdin canım. Seninle ben şu 3-4 ay hayatımızın umarım SON zor zamanlarımızı geçirmişizdir. Kendi dert tasama düştüğümden seninde yanında olamadım gerektiği gibi canım... Ama sen beni affedersin dimi... :)  Beraber nice yıllara diyorum canım..


Kimler yok ki yanımda olanlar mavi'm mesela onu da unutmamalı. Msn den dertleştik onunla. Canım hep dinledi ağzı var dili yok :P  Uzaklarda ama yüreğimizde hemen yanımızda olan şeker insan sakın bizi unutma tamam mı!


Nihayetinde bu sene Sevda çoook şey öğrendi. Kendimi aştım artık. Daha ileri bir noktadayım. Sadece kendim için varım. İnsanları düşünerek hareket etmiyorum. Artık merkezde 'BEN' varım. Seviyorum yeni beni..Sizde sevin tamam mı :)  Gülüyorum, eğleniyorum, geziyorum, tozuyorum. Bunları yaparken de kimseyi umursamıyorum. Yolda yürürken kahkaha atıyorum.. (tabii kendi kendime değil. bişeye gülerken mesela :D  ) Kime ne.. Umrumda bile değil... Sonuçta hayat benim hayatım.. Karşımda ki deli olduğumu düşünse ne yazar... Umrumda değil ki...  Anlatmak istediğimi beni ancak tanıyanlar bilir. Rahat tavırlarımı, o canlı heyecanlı halimi. Full enerjiyle dolaşmamı, enerjimi etrafa yaymamı.... Anlatamıyorum...Tanımanız lazım.. :)


Yeni yaşımda sadece şunları diliyorum. En mutlu biz olalım, en dost, en arkadaş, en yakın, en sırdaş, en huzurlu, en heyecanlı, en AŞK dolu.... yani EN BİRİNCİ hep biz olalım canım dostlarım.. Sevdiklerime, sevenlerime, dostlarıma, hatırlayıp birkaç satır yazanlara yani kısacası beni ben olduğum için seven herkese Doğum Günümü hatırladığınız için teşekkür ederim.


Hayret hiç Gong'dan bahsetmemişim. Ama telefonla aradı aşkitom (bu tabiride geçen bir arkadaştan duydum) doğum günümü kutladı-demek isterdim. Ama zaten maksat Gong'dan bahsetmek değil mi :) :)  Her sene Dünyanın En Güzel Gülen Adamına da teşekkürü bir borç bilirim. Sayesinde çok harika insanlarla tanıştım. Seviyorum Gong seni..Sırf bu yüzden....

24 Kasım 2010 Çarşamba

First Love ~ Gong Yoo OST

İzleyin, dinleyin :)  Hem film hakkında bir fikriniz olur hemde Gong Yoo'muzu stüdyoda izleme imkanınız olsun. Ayrıca 00:36 saniyede kameraya bakış atıyor ya... İşte orada ekranımdan elimi sokup yanaklarını mıncırasım geliyor.  Allahım ne şeker şeysin sen öyle... :)




Not: Bu postu yayınladığımda blogu görüntüleyen toplam 9.999 kişi olmuş  :)

20 Kasım 2010 Cumartesi

Ölürüümmm....

Yorum yok... Sözün bittiği yerdeyim... Ölmek ve dünyaya Gong Yoo'nun sağ elinin işaret parmağı olarak tekrar gelmek istiyorum :)

16 Kasım 2010 Salı

Yenilesi Ojeler :)))



Canım dostum LaFea'nın ameliyatından önce Cevahir Alışveriş merkezinde buluşup favori mekanımız olan Sofia'da İtalyan makarnası yedik. Çooook lezizdi doğrusu. Dertleştik, paylaştık ve son dedikoduları anlattık :) Bir süre önce Kızsal blogunda hediye dağıtacağını duyuran sevgili arkadaşımın başının etini yiyiyordum itiraf ediyorum. :D Hani bana hediye diye... :) Buluşmamızda benim hatun kapmış birbirinden şeker ojeleri almış getirmiş bana. Öyle güzel renkleri var ki kapaklarını açıp içesim geliyor :D Ojelere bayıldığımı bir kez daha buradan söylemek istiyorum. Aslında söylememe de gerek yok sanırım. Hiç bir güç bana yukarıdaki oje çekimlerini yaptıramazdı. Dostluk+Yenilesi Ojeler işte itici güç diye ben buna derim :)

Eeee hediye dedin nerede peki diyorsan ilk çıkış BURADAN ;)

9 Kasım 2010 Salı

Get Well Soon ~ LaFea'ma Geçmiş Olsun :)



Canım arkadaşım LaFea yarın küçük bir operasyon geçirecek. Ameliyatında yanında olamasam da sonrasında yanındayım kuzum. En kısa zamanda iyileşip benimle Gong Yoo kavgasına girişmen lazım. Zira çekişme çok kuvvetli hele ki ŞU POZU gördükten sonra :D Yani sözün özü lafın kısası tez zamanda ayağa kalkıp iyileş. Seviliyorsun Kuzu...

30 Ekim 2010 Cumartesi

I Need Help - Mavi Ekran Hatası

Arkadaşlar biricik bilgisayarım mavi ekran hatası vererek kapanmaya başladı. Ne yapacağımı bilmiyorum. Hata kodunu aşağıda vereceğim. Eğer bilgisayardan anlayan yada sorunuma yardımcı olacak birileri varsa çok sevinirim. Yardımlarınızı bekliyorum.

Sorun imzası
Sorun Olay Adı: BlueScreen
OS Sürümü: 6.0.6001.2.1.0.768.2
Yerel Kimlik: 1055

Sorunu açıklamaya yardımcı olan dosyalar (bazı dosyalar artık kullanılamıyor olabilir)
Mini103010-01.dmp
sysdata.xml
Version.txt

Bu dosyaların geçici kopyasını görüntüleUyarı: Soruna bir virüs veya başka bir güvenlik tehdidi neden olduysa, dosyaların bir kopyasının açılması bilgisayarınıza zarar verebilir.
Sorunla ilgili ek bilgiler
BCCode:1000008e
BCP1: C0000005
BCP2: 81D201C3
BCP3: A1047604
BCP4: 00000000
OS Version: 6_0_6001
Service Pack:1_0
Product:768_1
Sunucu bilgisi:0725eea9-154f-4911-8fd8-a205e3f78141


26 Ekim 2010 Salı

Kimin Yerinde Olmak İsterdim?

Değerli dostum Tarih bir süre önce bana bir mim yollamıştı. Ama ben ancak şimdi bu mime cevap yazabiliyorum. Bunun için epey düşündüm 'Kimin Yerinde Olmak İsterim?' diye. Tarihi kişiler, ünlüler, ünsüzler, kahramanlar, yazarlar vs. hepsini düşündüm. Ama sonunda 'Kim' olmak istediğime karar verdim.



Eğer imkanım olsaydı dünya üzerinde yaşayan tüm insanların mutlu, üzgün, öfkeli, yalnız yada neşeli olduklarında ihtiyaç duydukları şeyi yapmak isterdim. Yani müziği. Bu da demek oluyor ki buğulu bir ton, harika bir ses ve müthiş bir müzik yeteneği olan harika bir şarkıcı olmak isterdim. Tüm yüreklerin bam teline dokunmak. Hmmmm harika geliyor kulağa :) Emin olun sesimin kötü olmadığını bilmesem şu anda kulaklığımda çalan son zamanlarda dinlediğim en güzel şarkılardan birine eşlik ederdim.

Eee madem mim 'Kim' olmak üzerine o zaman bende yukarıda bahsettiğim şarkının buğulu sesli şarkıcısı olmak isterdim şu ara. Şarkıcının adı Ronan Keating. Şu anda kulaklığımdan She Believes In Me adlı şarkısını mırıldanıyor. Gerçekten mükemmel bir ses. Duyulara hitap ediyor. Sanırım bende öyle olmak isterdim yani söylediğim şarkıların insanların kalplerinde aşka, neşeye, hüzüne, mutluluğa dönüşmesini isterdim.

Bu mimde burada sona ererken geleneksel olarak sıradaki ebeleri seçiyorum. Eğer bu mim size ulaşmadıysa darkangel ve mavi ebesiniz canlar ;) Bu arada eğer bana mim gönderen canlar varsa bana bildirsinler mutlaka cevaplarım ;)

Eee o kadar bahsettin bir de dinleseydik diyorsanız buyrun aşağıdaki linkten ister dinleyin ister indirin ;)

Ronan Keating - She Believes In Me

22 Ekim 2010 Cuma

SonKanka ~ LaFea ve Harika Dostlarla Değerli Bir Gün

Eylül'19 'da uzak diyarların blogırlarından SonKanka İstanbul'daydı. Bu Blogır+KoreSever buluşmasının güncellemesini değerli dostum LaFea'nın şu harika yazısında belirttiği gibi 100 yıl sonra olmasa da 1 ay sonra yazmayı başardım :) Şimdi sizlere -birmilyonton- bahane sıralayabilirim ama yapmayacağım. Gerçekten zamanında yapmak isterdim ama araya bir sürü olay girdi ve işte bu zamana kısmetmiş.



O gün paylaştığımız harika şeyleri sizlere ballandıra ballandıra anlatmayı çok isterdim. Ama onu da yapmayacağım. Tüm gerçekleri tüm çıplaklığıyla yazacağım. Blog aleminde bizi tanıyanlar sözümüzde durduğumuzu her dediğimizi yaptığımızı bilirler yalnız SonKanka'nın şansızlığımı desek aksilikler mi desek ne desek bilemiyoruz ama verdiğimiz sözlerimizi bu seferlik tutamadık.

Rüzigar ve arkadaşımız Zeynep'in de katılımıyla mekanımız Seoul Restaurant'ta güzel bir başlangıç yaptık. Seoulde yüklü bir hesap ödeyip kalkmış olsakta gönül isterdi ki misss ramenleri lüpletmek. Ama olsun dedik değişik tatlara SonKanka'nın moral destek çalışmasıyla yelken açtık. Sayesinde Bibimbap ın tadına baktık ve hani o Kore dramalarında filmlerinde minnacık bardaklarda hüüppp diye götürdükleri arkasında 'ıhhhaahhhgggkkk' diye bir ses çıkardıkları adına Soju dedikleri ulusal Kore içkisinin tadına baktık. Şimdi ne zaman bir dizi yada filmde soju içtiklerini görsem ağzıma hafif acı-yakıcı tat geliyor, sanki o an bende içmişim gibi hissediyorum. Gerçekten Kore sevdasına kapılmış bir şekilde mutfağına da ilgisi olanlar mutlaka tadına baksınlar. Gerçi ben o gün rahatsız olduğum ilaç almış olduğumdan sadece ufak birkaç yudum içtim ama hasta olmasaydım daha fazla içerdim kesinlikle. Alkolle arası olmayanlara tadı biraz acı gelebilir ama içeriğindeki alkol oranı düşük olduğundan adam akıllı sarhoş olmak için birkaç şişe içmeniz ve Türkiye'deyseniz eğer kesenizin dolu olması lazım. Zira aşağıda resmini gördüğünüz iki minik şişeyi SonKanka 30 TL'ye satın aldı. Şişeler minnacık ve eğer SonKanka almasaydı biz almayı asla aklımıza getirmezdik. Kesene bereket SonKanka ;)



Söz söz dedik ama Çiğdem Pastanesinin o ünlü çilekli turtasından da yediremedik misafirimize. Mevsim değişikliğinden turtaları üzümlü yapmaya başlamışlar Böğğğğkkkk hiç sevmem. Zaten bizde pasta falan yedik ağzımızı tatlandırdık. Tabii bu arada bol bol fotoğrafta çektik. İşte aşağıda bi tanesi... ;)


Oradan çıktıktan sonra Gülhanenin hemen karşısında ara sokakta bulunan adı Montana olan bir cafe+restoranımsı yerde oturmaya karar verdik. Şansımıza hava çok güzeldi ve mekanında dış mekanı bize hoş geldi. İçecekler ısmarladık ve bol bol sohbet ettik. Dizilerden bahsettik, filmleri tartıştık, unnilerin güzelliklerini kıyasladık ve opplara gelince orada kalakaldık. LaFea'mı ve beni şoka sokan acı gerçeği öğrendik. SonKanka arkadaşımız bizim yaşama amacımız olan :P Gong Yoo'muzu bilmiyordu. Yok yok şaka değil gerçekten ciddi. Hatırlamıyordu demiyorum, bilmiyordu. Böyle harika, şahane, muhteşem ve tapılası adamın varlığından nasıl haberi olmaz anlamış değiliz. Hala şoklardayız. Ama tabii boş durmadık kendisine biii sürü ödev verdik. Bir daha ki gelişinde onu sınav yapacağız. Coffee Prince dizisini izleyecek ve Gong Yoo'nun biyografisini hatmedicek :P :)

LaFea'mın blogunda bahsettiği gibi biri değilim asla :) İnanmayın. Yüce bilgilerle dolu gezgin bir bilginim sadece :D :D Hem o kadar da hızlı konuşmuyorum değil mi?? Yoksa öğle mi?? Neyse önemli değil tanıyanlar kısa zamanda alışıyorlar zaten. SonKanka da alışmıştır eminim. Alışmış mıdır? :D Ara ara LaFea'm ile bana şaşkın bakışlarını yakaladık :D Demişsindir bu kadar değişik iki insan nasıl böyle anlaşabilir. Bizi yeni tanıyanlar başta bizim en ufak şeyde kavga eden ikili olduğumuzu düşünebilirler ama bizim dostluğumuz düşüncelerimizi açıkça söylemeye dayanıyor. Yani ben LaFea'm ile bir konuda aynı fikirde değilsem -ki bu çok ender olur :D - gönül rahatlığıyla onun fikrine muhalif olabiliyorum. Kırılma yok, gücenme yok, dayatma yok. O fikrini söylüyor ve bende kendiminkini. Güzel, hassas, dengeli ve çok harika bir paylaşım bu. Böyle dostluklar bulmanızı dilerim. Yani sonuçta demek istediğim SonKanka birbiriyle didişen boyuna posuna bakmadan muhalif olan bu küçük insan gücünü dostundan alıyor.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Çoook değerli dostumuz Rüzigarımızı biz yaşlanıp hasta birer birey olduğumuzda bize doktorluk yapması için Trabzon'a eğitim almaya uğurladık. Oralarda bizi unutma emi kuşum. İstanbul kokulu öpücükler :D :D İlerleyen saatlerde sevgili dostumuz Nilü üzerinde memleketinin havasıyla esti geldi yanımıza yanında sevimli arkadaşıyla. Vakit geç olduğundan saatte ilerlediğinden uzun süre oturamadık ama onun o capcanlı havası bize yetti de arttı. Unutmayın bize borçlusunuz. Bir daha ki buluşmaya gelmeye mecbursunuz (Zuhahahahahaha kötü kadın gülüşü)

Ortam bir ara o kadar güzel oldu ki harikaydı. Yani demek istediğim bahsettiğimiz konular ortak, sevilen özlenen şeyler ortak ve hayaller de ortak. Sanki eskiden yıllar önce aynı üniversitede okumuş yıllar sonra buluşmuş gruptan bir insan gibi hissettim kendimi. Nasıl desem sanki yıllar geçti de biz o eski arkadaşlık ortamını yeniden bulduk ve sohbetimiz de kaldığı yerden devam etti. Sanırım anlatamadım ama özünde demek istediğim şey sonunda uzaklarda bir yerlerde bizi tanıyan güzel bir arkadaş daha edindik kendimize. Belki olur belki olmaz ama ne zaman tekrar buluşursak birbirine çok şey anlatacak bir sürü konusu olan arkadaşlar gibi derin bir sohbet bizi bekliyor olacak.

Bu güzel günde emeği geçen başlıca LaFea ve Nefertiti'ye saygılarımı sunar :P............ Mezuniyet konuşması gibi bitti yaaa... Sonradan okuyunca farkettim :P Hani yazıma başlarken demiştim ya bugünü ballandıra ballandıra anlatmayacağım diye üzgünüm ama yapamadım. Acı gerçek şu ki çok harika bir gündü ve süpper zaman geçirdik. Darısı buluşmaya gelmeyi düşünen ama cesaret edemeyenlerin başına..

16 Eylül 2010 Perşembe

Mavi Mavi Masmavi....




Şimdi buraya yeryüzünde kullanılan tüm dillerde özür dilerim yazmak istiyorum. Çünkü çook değer verdiğim önceden tanımadığım ama artık tanıyıp yüreğimde en güzel yerde sakladığım canım dostum Mavi'mle Temmuz ayının 10'nun da buluşmuştuk. Araya giren bu kadar zaman zarfında bu buluşmamış-tanışmamız hakkında birkaç satır karalamam yazmam gerektiğini biliyordum. Ancak araya giren bazı problemler sebebiyle elim klavyeme ancak uzanabildi.

İşte o güzel günün anısını Mavi'm BURADA çok harika bir şekilde anlatmış. O günü çok değerli anılarla bitirdik. Sonradan düşününce Mavi'me o rameni yemesi için ısrar ettiğime pişman oldum. Keşke seni çok iyi bildiğim bir Karadeniz lokantasına götürseydik. Zaten Ablamdan bu konuda fırça yedim. :D Ama affetmişsindir beni dimi :)

Mavicim canım blogunda o güzel gün için yazdığın yorumda "Ay nasıl tatlı bir insan diycemmm gelicek evet öyleyim diyicek" demiştin benim için. İşte şimdi bu geç güncelleme için bana ne dersen sana tek bir cevabım olacak 'YES I AM'

Eğer sevdiysen bizi yine gel İstanbul'a hep gel. Unutma, kapımız sana açık her daim. Birgün bizde geleceğiz senin yanına söz. Çünkü bizde seni çok sevdik. Mavi kadar berrak, mavi kadar anlamlı, mavi kadar derin...

29 Ağustos 2010 Pazar

Happy Birthday Darkangel... İyi ki Doğdun Ablam... :)



Bugün benim Ablam'ın doğum günü. Eeee tabii ki kutlamamak olmaz. Gönül isterdi ki çok daha güzel bir kutlama yapmayı. Ancak maalesef hem Ramazan (ki yukarıdaki pastanın resmini ararken bile oruç sakata gitti :D ) hemde diğer şartlar güzel bir kutlama yapmama izin vermedi. Ama söz kendimi affettireceğim :)  Son olarak İyi ki doğdun iyi ki varsın abla'm :D

20 Ağustos 2010 Cuma

Arwen in İstanbul ^^

Blog tanışıklığını-arkadaşlığını sanaldan gerçeğe taşımak için Temmuz ayının ilk haftası uzaklardan Arwen ile buluşmuştuk. Senelik izindi, dönüştü ve başka meselelerdi derken (bu konu için ayrı bir post yazacağım) üzgünüm ama bu buluşmanın yazısını kendimi biraz iyi hissettiğim şu günlerde yazabiliyorum ancak.


Temmuz ayının o sıcak ve bunaltıcı Cumartesi gününde blog camiasının yılmaz-yıkılmaz ekibi yine buluşmak için saat 2'de Sultanahmet Meydanında buluşmak için sözleşti. LaFea'm Arwen'i Asya Kıtasından alıp Avrupa Kıtasına vapurla getirecek ve böylece buluşma sağlanacaktı. Farkettiyseniz -tı eki kullandım çünkü planlarımız her zamanki gibi tutmadı. Canım dostum LaFea'm önce Arwen'i -biraz- beklettikten sonra beni Sultanahmet'te tam 2,5 saat bekletti.... Vaoo yooo seslerini duyar gibiyim... Çooook ama ççççoooookkkkk kızmıştım yeminle Arwen'e söz vermemiş olsaydım (Eeee camiada adımızı çıkardık özümüz-sözümüz bir diye ölmek var dönmek yok bizim kitabımızda) çoktan ilk yarım saatte oradan ayrılmıştım. Ki neredeyse gidiyordum...

Neyse onları beklerken Sultanahmet Camii'sinin önündeki çimenlere uzandım ve sağda solda güzel memleketimi -turistik ziyaret- için gelen insanların cesaretlerini hayranlıkla izledim. Tercümanlı gruplar ne kadar çoksa bireysel olarak dolaşanlarda bir o kadar fazlaydı. Hatta yabancı bir çift fotoğraflarını çekmemi bile istedi. Yüzümden ne kadar iyilik sever bir insan olduğun çok belli oluyor herhalde :P Neyse beklemekten sıkılıp mekanımız Seoul Restaurant'a geçip açlıktan kendi mehter marşını çalmakla meşgul olan mideme artık güzel bir ziyafet çekmenin zamanı olduğuna karar verdim. LaFea ve Arwen gelene dek ben çoktaan ramenimi mideme indirmiştim.

Arwen ve LaFea'da ramenlerini sipariş ettikten sonra güzel hoş bir sohbete daldık. Kurnaz LaFea beni en zayıf noktam olan çikolatadan vurmak istedi. Bana çikolata almış gelirken :D :D Eeee hakkım olan surat asma seasından sonra çikolatalara gizli gizli sevindim. :D Seoul'e gidenlerin yaşadıkları en büyük sıkıntı mutfaktan geldiğine %100 emin olduğumuz ağır bir baharat yada ona benzer bir kokunun mekana hakim olması. Bu koku eğer mekana 354536453 kez gitmediyseniz sizi oldukça rahatsız ediyor. Biz LaFea'mla ilk gittiğimizde az daha kapıdan dönüyorduk. Yani Arwen'de bu konuda sıkıntı yaşadı. Kapıdan girer girmez kokudan rahatsız oldu. Dolayısıyla önüne gelen missss rameni yiyemedi. Bakınız; (boş olan kase benim kasem bu arada :D ) 


Ehuehueheue cidden ilk kez gelenler çok zorlanıyorlar. Şaka bir yana eğer kendi ramenimi önceden yiyip tıka basa doymamış olsaydım kesin Arwen'in ramenini de yerdim. :D Bu arada bu kadar zamandır Seoul'e giderim ilk defa kalabalık bir turist grubuyla yemek yeme fırsatını buldum. Yan masamızda da iki adet Kore'li abimiz yemek yiyordu. Sarmış dört bir yanımızı Kore :D :D Zilyon tane fotoğraf çekmeyi çok isterdim ama fotoğraf makinamı unuttuğum için LaFea'mın makinasıyla idare ettim bende :)

Seoul'den çıktıktan sonra rotamızı her zaman yemek yemesek bile oraya gidip o güzel yüzünü görmeyi hiçbir zaman aksatmadığımız gördüğüm en ateşli Kore Sever Yeşim'i ziyaret ettik. Kendisi o gece Kore'ye gidecekti. Bizde en güzel dileklerimizde birazda kıskanarak ona veda ederek tatlı faslımız için Çiğdem Pastanesi'ne yollandık. Yine aynı sözü diyeceğim Çiğdem Pastanesi'ne bu kadar zamandır giderim mekanı hiç bu kadar boş görmemiştim. Koca mekanda sadece biz vardık.



Klasiğimiz tatlılarımızı afiyetle yerken arka arkaya fotoğraf çekmeyi ihmal etmedik. Birbirinden güzel fotoğraflar çektik. Aşağıda Arwen benim fotoğrafımı çekerken bende onun fotoğrafını çekiyordum. Sarı fotoğraftaki benim :D Eheuehueheue hani tombul parmaklı olan.... :)))))))))))))



Mekandan çıktıktan sonra yürüyerek Eminönü'ne indik. Yol üstündeki birbirinden güzel mağazalara göz atarak. Arwen'i ve LaFea'mı Eminönü İskelesinden beyaz mendilimi arkalarından sallayarak uğurladıktan sonra Yalnız Kovboy olarak Kasabama geri döndüm. Eheuehe.... Bu güzel güne dair LaFea'mın ve Arwen'imin yorumlarına da bir göz atabilirsiniz. ;)

Arwen'in Kaleminden TIK TIK
LaFea'mın Kaleminden TIK TIK

Özel Not: Arwen'im canım geç güncelleme için çok üzgünüm. Beni affetmen için bir dahaki gelişinde gamzeli yanaklarımdan kocaman bir makas alma hakkı veriyorum sana ;)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Biriken Güncellemeler...

Evet evet biliyorum blogumla istediğim kadar ilgilenemiyorum şu ara. Halbuki aklımda güncelleme yapmaya yetecek yüz milyon tane konu mevcut. Lakin şöyle bir sıkıntı yaşıyorum bu aralar. YAZAMIYORUM! Yazamıyorum tek kelimeyle. İçimden gelmiyor demiyim de sanki tıkanıp kalmış gibiyim.

Sanırım bunun sebebi iş yerinde yaşadığım yoğun stres dolu günler. Sıkıntılı olunca ve kendimi de deşarj edemeyince sanırım bunun yansıması kalemime yansıyor. İşte bu sebeple yazmıyorum, yazamıyorum canlar.

Ama sözüm söz Arwen'ime, Mavi'me , Lafea'ma ve tabii ki biricik AŞKIM'a güncelleme sözüm var.

Yarın akşamdan itibaren yıllık izmini kullanmak üzere 1 haftalığına yokum. Yokluğumda sağa sola göz kulak olun. Gong'uma yanaşanın kulaklarını çekin, dönüşümü özlemle bekleyin emi :D :P Şaka bir yana iyice dinlenip taptaze bir ben olarak geri dönmek istiyorum.

Ayrıca sözüm söz sık güncelleme bol bol yorum yapacağım ;) ;)

Kendinize iyi bakın.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Good Luck... My Friend TARİH ;)



Değerli dostumuz Tarih84 hayallerine ulaşmak için yarın sağlam bir adım atacak. Yarın ki KPSS sınavında ter dökecek,  aylardır biriktirdiği bilgileri sınav kağıdına adeta kusar gibi döktürecek. Çok çalışıp, çok azmettiğine yakından şahidiz. İşte bu yüzden emeklerinin karşılığını bulmasını can-ı gönülden istiyoruz.

Biricik Tarih'imiz yarın hayallerine giden yolu küçük kutucukları kara kalemiyle işaretleyerek çizecek. Hayat yolunda tüm kutucukların senin için doğru cevap olması dileğiyle canım. İyi şanslar, başarılar .... ;)

25 Haziran 2010 Cuma

Bir Fincan LaFea :)

Bu hafta sonu caaanım dostum LaFea'm la Cevahir Alışveriş Merkezi'ndeydik. Uzun zamandır görüşemediğimiz için bibirimizi çok özlemiştik. Aslında buluşmamıza http://whyifeellikeanalien.blogspot.com adlı blogun şeker sahibesi Rüzigar'da gelecekti lakin kendisi bizi UNUTMUŞ!!!! Evet sayın okurlar doğru okudunuz. Blog aleminin enn delikanlı, enn dediği dedik, enn özü sözü bir iki blog sahibesi LaFea ve Miss_Nefertiti unutuldu!!! :D Tabii hem LaFea hemde ben sarıldık cep telefonlarımıza hatunu aramaya. Zor olsada uzun bir süre sonra kendisine ulaştık. Çok pis kıskandırma söylevi çektikten sonra intikamımızın acı olduğunu hayrırarak (tamam haykırma numarası yaparak) kötü kadın kahkalarımızı attık :D :D :D Buradan bir kez daha söliyelim kendisine Rüzigar'ım minik kuşum intikamımız ACI olacak. :D :D


Cancan dostum LaFea'mla beraber Cevahir Alışveriş Merkezi mekanımız olan Sofia'yı tercih ettik. Mekan gerçektende leziz makarnalar yapıyor. Yine harika makarnalar yedik. Menüde adları İtalyanca yazan makarnalarda acemi garsonumuz yardımıyla seçimlerimizi yaptık. Ben ıspanak soslu kremalı parmesan peynirli leziz makarna yerken, LaFea'm domatesli,kıymalı, otlu-soslu başka bir leziz makarnada tercih yaptı. Yalnız şunu söylemeliyim ki mekan gerçekten harika. Hem kaliteli yemek, hemde harika bir mekanda zaman geçirmek istiyorsanız bir de Sofia'yı deneyin derim.


Yemeklerimizi beklerken LaFea'm güzel bir süpriz yaptı bana :) Harika bir kupa almış. Bu satırları yazarken utanmam lazım ama ŞU , BU, O başlıklarında çılgın kıskançlık örneğini gösterdikten sonra LaFea'm kıyamamış bana :D  Çooooooooook  sevindim hem de çoook... Buradan bir kez daha saolasın DOST ;)

Eeeeee buluştunuz da ne ettiniz diyorsunuz değil mi??  Eh aslında süprizi bozmak gibi olcak birascık ama Gong YOOppamız için önümüzdeki dönemde yeni bir proje düşünüyoruz. Tarih henüz belli değil, ana hatlarıyla daha çok 'NE YAPSAK' diye konuştuk. Dürüst olmak gerekirse beyin fırtınası yaptık adeta. Ufak tefek fikirleri bir araya getirdik, ortaya kaba taslak bir plan çıktı. Detayları sormayın hiç canlar kesin olan hiçbir şey yok. Kesin olan tek şey ufukta YOOppamız için bir proje var ve sizde gözlerinizi ufuktan ayırmayın ;)

Eğer hakkında konuşulduğunda kulaklarının çınladığı rivayeti gerçekse bu Pazar günü YOOppa'nın kulakları adeta açık hava konseri vermiş olmalı. Hakkında o kadar çok şeyden bahsettik ki adamın bir donu kalmadı konuştuğumuz diyeceğim ama konuşmuşta olabiliriz emin değilim :D  :D  :D  Mekan rahat olunca eee bizde konuşacak konu çok olunca saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadık. LaFea & Miss_Nefertiti buluşma klasiği tatlı faslımızı favorimiz Sufleden yana kullanmak istesekte hava sıcak olunca ve tıkabasa makarna yediğimizden tercihlerimizi tiremusu ve dondurmalı pastadan yana yaptık. :)

Uzun ve güzel bir günün ardından LaFea'mı Kadıköy otobüsüne bindirip Gong Yoo'nun yaşadığı ASYA kıtasına uğurlarken içimde arkasından mendil sallayamamanın haklı burukluğunu hissettim :D  Ölesiye yorgundum eve gidince de öldüm-bittim moduna geçip kendimi en yakın koltuğa kamikaze uçuşuyla kondurdum :D :D :D

Ne o sizde mi heveslendiniz... Eeee o zaman bir daha ki buluşmalarımıza sizleride bekleriz. ;)

2 Haziran 2010 Çarşamba

Kalbim Sende Kaldı ♥ Judith McNaught

Uzun zamandır hatta çoook uzun zamandır yeni kitabını beklediğimiz tarihi aşk romalarının kraliçesi rakipsiz yazar Judith McNaught'un yeni romanı bu hafta itibariyle raflarda yerini aldı. Yeni çıkan kitabımız tarihi bir aşk romanı değil ancak modern zamanda geçen bu harika aşk hikayesini de soluksuz okuyacağımızdan eminim. Double Standards olarak dünyada basılan kitap raflarda Kalbim Sende Kaldı olarak yer alacak.



Konusu: Global Endüstrinin yakışıklı genel müdürü Nick Sinclair işini nasıl idare ediyorsa kadınları da aynı şekilde idare ediyordur... Büyüleyerek, meydan okuyarak ve acımasızca kendisine hakim olarak. Her şeyin en iyisine alışık bir adam olan Nick, Lauren Danner’ı işe aldığında bu mağrur güzelin kendisi için sıradan, yeni bir zafer olacağını düşünür. Fakat Lauren’ın parlak zekası ve nadir rastlanan azmi gözlerini kamaştırır, dahası kendisine karşı koymada ustalıkla yol alan bu cezbedici güzele aşık olur.

Ama Lauren’ın hayatı bir yalan üstüne kuruludur ve bu oyun her geçen dakika daha da tehlikeli bir hal almaktadır. Sırrı, Nick’in ona olan hassas güvenini ve o ana dek tanıdığı en güçlü adamla gelecekte birlikte olma umudunu tamamen yok edecek midir?

YÜREĞİN KRALİÇESİNİN BEKLENEN ROMANI KALBİM SENDE KALDI GÖNLÜNÜZÜ FETHEDECEK!

KADERİ OLAN ADAMI BULDUĞUNA İNANAN BİR KADIN...

SAF MUTLULUĞUN ACI GERÇEKLER KARŞISINDA BOYUN EĞDİĞİNİ TECRÜBE ETMİŞ BİR ADAM...

TUTKU UÇURUMUNUN GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN DERİNLİKLERİNE SÜRÜKLENEN DUYGU YÜKLÜ BİR AŞK HİKAYESİ...

“Etkileyici, duygusal, romantik bir gerilim... Olağanüstü… Kesinlikle okunması gereken bir roman.” Romantic Times



Ve kitaptan küçük bir dialog:

Nick en sonunda kafasını kaldırdığında, Lauren bu öpücükle artık ona ait bir şeymişçesine kendisini damgalanmış gibi hissetti. Telaşla titrerken eğilerek alnını onun omzuna yasladı. Nick’in sıcak dudakları yanağından şakağına doğru kayıp aşağı doğru inerek kulak memesini şakacı bir şekilde kavradı. Kulağına doğru boğuk bir sesle güldü.

“Sanırım sana bir özür borçluyum, Lauren.”

Lauren geri çekilip kafasını kaldırarak ona baktı. Gri gözleri tutkuyla ışıldayan Nick gülümsüyor olsa da bu, dalga geçer gibi alaycı bir gülümsemeydi.

“Neden bana bir özür borçlusun?”

Lauren’ın sırtına koyduğu elini yavaşça aşağı yukarı gezdirdi. “Çünkü bana saf olmadığını söylemene rağmen birkaç dakika öncesine kadar bu hafta sonunun üstesinden gelemeyeceğini, umduğundan fazlasıyla karşılaşacağını düşünüyordum.”

Hâlâ öpüşmelerinin etkisinde olan Lauren kısık bir sesle, “Peki şimdi ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Bu hafta sonu sandığımdan fazlasıyla karşılaşabileceğimi…” diye mırıldandı Nick. Lauren’ın parlak mavi gözlerine bakıp etkilenmesiyle birlikte kendi gözlerinin rengi koyulaşmıştı. “Ayrıca bana böyle bakmaya devam edersen Harbor Springs’e iki saat daha geç varacağımızı düşünüyorum.”

Bakışlarını anlamlı bir şekilde otoyolun diğer tarafında kalan motele çevirdi ama Lauren panikleyecek fırsat dahi bulamadan elini uzatıp güneş gözlüklerini burnunun üstüne yerleştirdi. “O gözlerin benim sonum olacak,” dedi neşeyle.



***


Bu arada sürekli sağda solda okuyorum ve duyuyorum bu şahane yazarın kitaplarını okumak isteyenler kitapların sıralamasını soruyorlar. Türkiye'de yayınlanan kitapların okunma sırları aşağıdaki gibidir. ;)

Kitaplar aşağıdaki sıralamalara göre okunmalıdır.

*

1. Düşler Krallığı
2. İçinde Aşk Saklı
3. Sen Gelmeden Önce

*

1. Sonsuza Kadar
2. Seni Beklerken
3. Mutluluk

*

1. Cennet
2. Kusursuz
3. Gece Fısıltıları
4. Aldığım Her Nefeste


Tek Romanları
1. Sana İhtiyacım Var
2. Kalbim Sende Kaldı

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Falımda Gong Yoo çıktı :D ♥♥♥

Az önce sabah sabah canım sakız isteyince açtım Falım paketinden aldım bitane. Pazartesi sabahımı neşelendiren, şenlendiren, yüzümde tatlı bir tebessüm oluşmasını sağlayan resimde gördüğünüz dörtlük çıktı falımda :D :D  Bu kadar mı olur sayın okuyucular :D :D :D :D

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Kısır, Kumpir ve Tavuk Göğsü..En lezzetlisi Dostluk :)



Geçtiğimiz Cuma gecesi canım arkadadaşım LaFea ile msn de yazışıyoruz. 'Özledim bir ara görüşelim' dedi, bende 'Yarın ne işin var kuşum' dedim. Yani sizin anlayacağınız gecenin bir yarısında plansız programsız bir buluşma ayarladık. Ne zaman belli ne de mekan. LaFea'm organizasyonu bana bırak dedi. Çünkü fedakar dostum her buluşmada Avrupa yakasına üşenmeden bıkmadan her seferinde geldi. Bu seferki buluşmamızda sözüm 'ASYA' kıtasına geçmemdi.

C.tesi gününün kötü saatleri öğlen saatlerine kadar sürsede keyfim kaçmadı. (Kötü olan saatler işte olduğum zamanı kapsıyor :D ) LaFea'mı aradım, msn de konuştuk ne yapsak nereye gitsek, nerede vakit geçirsek diye. Havanın güzel olmasını göz önüne alarak adalara vapurla geçelim dedim. (Not:Bu planları yaparken diğer cancan dostumuz Rüzigar'ın da bizimle olacağını planlıyorduk) Sonra plan değiştirdik cafeye gidip Turkish Cafe içip fal kapatalım dedik. LaFea'mın Kızsal blogunda paylaştığı 'Elemtere fiş kem gözlere şiş :)' konusundan sonra böyle bir ihtimali göz ardı edemezdik :D Sonra ondan da vazgeçtik hem rahatla konuşabileceğimiz hemde kafa dinleyebileceğimiz bir yerde karar kıldık. Daha doğrusu LaFea'm beni evine davet etmek suretiyle bu belirsiz planımızı bir finale bağladı :D

Yalnız davet dialoğumuz süperdi. Bahsetbeden geçemeyeceğim. İşteyim msn den yazışıyoruz. LaFea'm 'Ya Nefertiti bize gelsene ne güzel olur' dedi. Teklifini de cazip kılmak için 'Kısır da yaparım..vb.' şeklinde cezbedici gıdaları saydı. O sırada çalan telefonum üzerine kendisine bir süre sonra cevap yazdım. 'Tamam gelirim' dememle sanki bilgisayarımdan bir OHHHH sesi yükseldi :D :D Aynı anda LaFea'm 'Ciddimisin. Bir an cevap yazmayınca meraklandım' dedi. Ehuehehueheueheuehue canım sen ne istedin de ben yapmadım. Kore'ye gel desen de gelirdim :D :P

Plan program yapıldı. Neşe içinde işten çıkmadan önce LaFea'mdan -YOL- tarifide aldım ve yola koyuldum. Yol kelimesinin büyük yazmamın sebebi LaFea'm canım hiç yol tarif edemiyorsun :D :D :D Şaka şaka.. 'ASYA' kıtasına geçmişliğim olsa da iç kısımları çok iyi bilmem. Ama cancan dostumun süpper yol tarifiyle nerdeyse kendi evim gibi buldum. ;) Metrobüs sağolsun trafiksiz ve az vesaitsiz bir şekilde rahatlıkla Kadıköy'e gittim. Her zaman diyorum LaFea'mda bana gülüyor. Boğaz köprüsünün bitiş noktasında ki sarı tabelada 'WELCOME TO ASIA' diye yazıyor ya ben accayip bi sevindirik oluyorum. Artık biricik YOO'm ile aynı kıtadayım diye :) :) :)

LaFea'mın evinin önünde semt pazarı kuruluydu. Bu sebeple bakına bakına ilerlerken LaFea'm ileriden 'Sevdaaaa' diye çığırmak suretiyle beni buldu. Zaten bizim sarılma-öpücükleşme-selamlaşma üçlü eylemini gerçekleştirmemiz üzerine insanlar dehşetle sağa sola kaçıştı. :D :D :D Beraberce pazarda alışveriş yaptık. Kesinlikle çok eğlenceliydi. LaFea'm biliyor bu aralar çok kötü bir huy edindim. Sağımda solumda insanlar eğer benim duyabileceğim kadar yüksek sesle konuşuyorsalar ve konuşmada bir soru nidası varsa-yada yoksada ben onlara cevap vermeden duramıyorum. Eğlencelimi çoookkkk.. LaFea'm umarım sende benim kadar eğleniyorsundur :D :D :D

Pazar sefamızdan sonra LaFea'm beni aslanlı yoldan geçirerek evine buyur etti. İtiraf etmeliyim ki ben bile bu kadarını beklemiyordum. Bir an kendimi 26 yıllık hayatım boyunca her günümü orada geçirmişim gibi hissettim. İlk defa karşılaştıkları bir insanı evlerine bu kadar güzel bir şekilde buyur eden, etrafında pervane olan başka insanlar varmıdır bilmem ama ben kendimi kesinlikle bir yabancı gibi hissetmedim. LaFea'mın annesi ve babası en içten şekilde karşıladılar beni. Selamlaşma faslından sonra soluğu LaFea'mın odasında aldık. Kendisi nasıl sade, samimi ve sıcacıksa odasıda aynen kendisi gibi. O kadarki insan hiç çekinmeden odadaki kanepeye uzanıp şekerleme yapmak istiyor. LaFea'm kozmetiklerden bahsetmişti ama ben bile bu kadarını beklemiyordum. K'oooocaman bir sepet dolusu :P kırmızının binbir türlü renginde ojesi var. Pembeler,beyazlar,maviler dolu. Ben mavi renge bayıldım ve hemen tırnaklarıma sürdüm. Çok da yakıştı. Blogunda bu konu hakkında çok renkli yazılar mevcut. Ne yoksa siz hala ziyaret etmediniz mi? Buyrun şuradan TIK TIK

Sonra LaFea'm yemekler hazır olana dek 'iştahımın kapanması' için bana üzerine çikolara sosu dökülmüş çilek ikram etti. (Ağzının suları laptopa damlayan kıs efekti) Tabii bu benim daha çok acıkmamdan başka bir sonuca yol açmadı :D Habersiz ve plansız gelmemin sonucu olarak kendilerinin söyledikleri 'Acele bir şeyler hazırladıkları' ifadesiydi. Ancak ben kesinlikle öyle düşünmüyorum. Hepsi birbirinden leziz harika yiyecekler hazırlamışlardı. Kısır, kumpir, simit, tavuk göğsü süper hiper lezizdi. Buradan bir kez daha ellerinize emeğinize sağlık diyorum. Özellikle annene canımcım bir kez daha o kadar koşuşturma arasında bu kadar şey hazırlamakla uğraştığı için bir kez daha teşekkürler. Yemeğimiz sırasında LaFea'mın amcası çok hoş kısa bir ziyaret yaptı mutfağa. Şeker şeker çok samimi insanlar. LaFea'mın babasıyla tarihimize Atatürk'ün inkilaplarına, Trabzona, müzelere, Lenin'e birçok konuda çok harika bir sohbet yaptık. Kesinlikle göründüğü gibi tonton yaşlı bir amca değil. Biraz konuştuğunuzda bilgili ve bilgi veren, sıkmadan eskileri anlatan bir insan olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Rahatlıkla konulara yorum yapabilir, muhalif olabilir konu hakkında uzun uzun konuşabilirsiniz.

LaFea'mla uzun uzun konuştuk, dedikodu yaptık. Evet Evet Rüzigar seni de konuştuk, kulaklarını çınlattık hatta seni telefonla bile aradık ama sana ulaşamadık. :( İntikamımız pis, kötü ve acı olcek haberin ola :D Veda vakti geldiğinde evdekilerle vedalaşıp semt pazarının çılgınlığına attık kendimizi. Gözlük baktık, toka baktık, bandana taktık harika eğlendik. Pazardan Profilo Alışveriş Merkezine kısa bir gezinti yaptık. Watson (ismini yanlış yazmışta olabilirim) mağazasına girip her bir köşesini karıştırıp hiçbişi almadan çıktık. Kişisel satış elemanı gibi LaFea'ma oje konu mankenliği bilem yaptım :) Gezdik, tozduk, güldük, eğlendik..(Not plansız programsız olunca buluşma fotoğrafsız oldu bu post. Lakin yakın dostlar Facebook ta günün neşeli anlarına dair bir kaç foto bulabilir ;) )

Yani sözün özü lafın kısa anlatımı 'İyi ki varsın DOST'. Hep böyle kal. Dürüst, kendin gibi, sözünü esirgemeden sakınmadan söyle, hep böyle sıcacık ol. Bu küçümen insanı hep hayatında tut emi. Seviliyorsun baby. Beni biliyorsun baby herşeyi her detayı yazmayı anlatmayı çok severim ama sanki birşeyleri unuttum. Ama sanırsam bu his bu güzel günü tarif edemememden kaynaklanıyor. Tarifsiz, anlatılmayacak, uzun yıllar sonra keyifle hatırlayacağımız daha nice günler dileğiyle.

BİR DOST. :)

1 Mayıs 2010 Cumartesi

The Painted Veil – Ölümün Kıyısında AŞK…





Canım dostum mavi'm geçtiğimiz günlerde The Painted Veil'i izlemiş ve beni meraklandıran güzel bir yorumla blogunda yayınlamış. Ben de doğal olarak merak ettim ve geçtiğimiz günlerde izledim. Gerçekten ama gerçekten bir filmden çok çok daha fazlası var bu yapımda. Oyunculuklara zaten hiçbirşey söylenemez Edward Norton ve Naomi Watts yeteneklerini adeta konuşturmuşlar. Somerset Maugham'ın romanından uyarlanarak John Curran'in yönetmenliğini üstlendiği baş oyuncularımızın diğer yandan yapımcılığını da üstlendikleri bu film arşivinizde yer almaya aday.


Fimin konusunu burada yazmak istemiyorum. Zira mavi'm blogunda bu konuyu çok harika bir şekilde paylaştı. Ziyaret etmenizde fayda var.  Ben konuyu yazmaktan direkt yorumlamaya geçiyorum.


Dürüstçe söyleyabilirim ki oyunculuklar süper, görsellik harika, müzikler şahane ancak hikaye vasat. İnsan izlerken Naomi ve Edward'ın performanslarının çok azını sergilediklerini adeta hissediyor. Hikaye biraz daha kaliteli olsaydı bu güzel film 64. Altın Küre Ödüllerinde aldığı En İyi Film Müziği Ödülünden daha fazlası götürürdü evine. Oscar heykelcikleri toplardı mesela. Filmin afişine aldanıp basit, romantik ama heyecanlı bir film bekleyerek bu filmi izlemeye başlayanlar film bittikten sonra aslında hiçte öyle olmadığını rahatlıkla anlayacaklardır. Film Amerika'nın misyonerliğine, kolera hastalığının aslında cahillikle ne kadar alakalı olduğuna, ilişkilere, aşklara derinlemesine bir bakış atıyor.





Senaryoda çok fazla boşluklar olsada izlenmesi gerekli bir film diye düşünüyorum. En azdından Edward ve Naomi için bu film mutlaka izlenmeli.


Film hakkında daha fazla bir şey yazmıyorum. Zira ekşi sözlükte çok güzel iki yorum yazılmış filme dair. Merakınız biraz daha artsın diye burada onlarıda paylaşmak istiyorum.


"film kadının mavi gözlerinin ardından anlatıyor her şeyi; adamsa filmde sadece kadının duygularını ve hayatını etkileyen biri olarak var. geçmişi hakkında mesleği hariç hiç bir bilgi verilmemiş ve nasıl biri olduğunuysa, kadının aksine davranışlarından adım adım öğrendik. belki de bu yüzden, hikaye kadının hikayesi olduğu için, filmin sonunda adam aldatılmayı affetse de, izleyici/okur kadını bağrına basamayacağından; yazar, kadını babası belirsiz bir bebekle tek başına bırakmayı uygun görmüş.
eğer koleradan ölen adam değil kadın olsaydı, kurban ve kahraman o olacaktı. ikisi de hayatta kalsa kadın yeterli cezayı görmeden kıskanılası bir mutluluğa konacaktı. yani, erkek gözüyle kadın öyle büyük bir suç işlemiş ki, ne mutluluğa ne de genç ölüp kitabın kahramanı olmaya layık görülmemiş. yazar tarafından ömrünün sonuna kadar sürecek bir arafa mahkum edilmiş.


magnolia daki polis basit, ama sihirli derecede yer edici monoloğunda diyordu ki - önemli olan kimi ve ne zaman affedeceğimizi bilmektir-.


tutku, aşk, sevgi ve evlilik, birbirini öldüren ya da birbirinin yerini alan şeyler mi? yoksa doğurmakta mı biri diğerini...
kiki öyküde kendisi olgunlaşırken, büyürken, izleyeni de büyütüyor.
- spoiler -
eğer senaryo vasatsa ne yazık ki yaşam da bir o kadar vasat. evet istioruz ki; dr fane kapıyı kırsın ve her ikisini de kurşunlasın ya da boşasın ya da kitty onu hiç aldatmasın. dr fane ölmesin, en azından çocuğun babasının o olduğu kesin olsun.
--
neden ki? ne zamandan beri yaşamın gerçekleri masallarda bile ahlak kavramının ideallerine uymak zorunda? ahlak ne zamandan beri bir yaşam biçimi ki? ne zamandan beri evrensel ya da değişmez ki? kendimzi daha yüce hissetmenin sanal bir yolu işte.


tüm zayıflıklarıyla ve tüm güçlü yanlarıyla hem dr fane hem kitty son derece gerçekler. o kadar gerçekler ki walterın yasını tutuyor ve kittyi özlüyorum."




Canlar bu güzel filmi sizlerde izleyin. Sonu biraz üzücü olsada kaliteli bir yapım lezzetli bir oyunculuk izlemiş olmanın verdiği mutluluğa değer ;) İyi seyirler...

27 Nisan 2010 Salı

Bir ‘Tarih’ Yazdık……….

Bu hafta sonu çoook sevdiğim dostlarımla harika bir cumartesi günü geçirdim. LaFea'm, Rüzigar'ım ve Tarih'im le söz verdiğim üzere buluşmak için garip ve mazlum ben işten çıktıktan sonra bir koşturmaca soluğu Sultanahmette aldım. Seoul'e vardığımda LaFeam'ın çok hoş iki arkadaş daha getirdiğini gördüm. Seyhan ' la tanıştım kısa da olsa güzel birkaç konu hakkında konuştuk. Birkaç kare fotoğraf çekildik hoş bir vedanın ardından onları yolcu ettik.

Bir önceki postumda 'Tarih84 ile İzmir’den Seoul’e' demiştim ama planımız istediğimiz gibi olmadı. Tam kurulmuştuk ki o öve öve bitiremediğimiz 'mmmm çookk ama çookk leziz' diye anlattığımız Rameni yemeğe. Sonra Aydın abi bombayı patlattı bize. Ramen kalmadı diye. Ben adeta şoook. Tarih'im taaaa kalkmış İzmir'lerden gelmiş ve biz ona güzel bir Ramen sözü vermişken sözümüzü tutamamakla yüz yüze kaldık. Halbuki bir gün öncesinden Talat Bey'i aramış cumartesi günü için 4 kişilik rezervasyon yaptırmıştım. Çok şaşırdım ve açıkçası çok çok üzüldüm. Daha önceden haber vermeseydik emin olun bu kadar üzülmezdim. Aslında yanımızda Tarih olmasaydı hiç hiç üzülmezdim. LaFea'm la soluğu bir kebapçıda alırdık. Bozulduk haliyle ve söylendik haklı olarak. Çıkışta Talat Bey'e de isyanımızı hafiften hissettirdik. Doğal olarak kendisi -kendince- haklı oldukları mazeretlerini söyledi ama ben şahsım adıma rezervasyonlu olarak gittiğim bir restorandan istediğim yemeği yiyemeden ayrılmış olmaktan dolayı çok sinirliydim. Açıkça da söyledik başka bir Kore yemekleri mekanı olan çok yakında ki Jin Mi kafeye geçtiğimizi. Talat Bey üzüntüsünü 'Uzun bir süre Ramen gelmeyebilir. Gümrükte takıldı.' diyerek açıkladı. Bizde rahatlıkla söyleyebiliriz o zaman 'Zaten bizde uzun bir süre Ramen yemeği düşünmüyoruz'. Belki şu anda sert ve keskin kenarlı kelimeler kullanıyor olabilirim. Ancak dediğim gibi haklı olarak üzgün ve sinirliyim. Özrüm kabahatimden fersah fersah ötede.

Neyse sinirimi ve derdimi paylaştıktan gelelim daha hoş ve günün daha güzel kısmına. Tanıdığım en neşeli Kore sever Yeşim bizi 'kapıda' karşılayarak mekana buyur etti. Jin Mi Cafe Sultanahmet Camii'sini sol cephesinden gören harika bir terasa sahip bir mekan. Hava bu kadar güzel olunca ve sohbete de doyum olmayınca bizde ramenimizi yemek için soluğu terasta aldık.


Ancak her ne kadar bulunduğumuz mekana göre uygun hareket eden insanlar olsak da LaFea'm ve ben dürüstlüğümüzden asla taviz vermedik. Bir dost gibi güzelliğini yüzene söylerken kötü yönünü asla arkandan söylemeyenlerdeniz. Çıkışta Yeşim'e de söyledik bunu zaten. Her ne kadar -müşterilerini- 'misafirleri' gibi ağırlasalarda hizmet konusunda kendilerini epeyce geliştirmeleri gerekiyor. Özellikle servis ve sipariş alımı konusunda biraz daha titiz olunmalı. Mekanın bakımı ve temizliğine biraz daha dikkat edilmeli. Ancak bu hafif rahatsızlık veren konular kesinlikle kötü amaçlı değil. Yıkıcı değil yapıcı olmak amacımız. Sözün özünü söyledikten sonra sözümüzü tutmanın verdiği rahatlıkla Kore usulü Ramenlerimizi sipariş ettik. Bol bol sohbet ettik. Gong Yoo'muzu bol bol andık, dizilerden, sinemalardan bahsettik. Güzel hoş sohbetimiz dumanı üzerinde gelen Ramenlerimiz le kesildi.


İtiraf etmeliyim ki eğer yemeğimiz biraz daha gecikseydi midemin gurultusunu tüm İstanbul duyacaktı. O kadar acıkmıştım ki ramen kaselerini görünce neredeyse kocaman bir 'YİHHHUUUUU' çekecektim :D Zaten yemeklerin masaya konduğu andan ve doyduğumu hissettiğim ana kadar geçen sürede sohbete sadece Evet/Hayır/Hmmm/Bencede/Kesinlikle şeklinde katılımlarda bulundum :) Gerçekten ama gerçekten çok acıkmıştım. Evet evet itiraf ediyoruz silip süpürdük resmen. Fotoğraftaki kaselerde kanıtımız. Sağ üst köşedeki kase benimki, karşısındaki Tarih'in, alt soldaki LaFea'mın ve sağ alttaki de Rüzigar'ın. Gördüğünüz gibi bir tek onun kasesinde biraz kaldı. Ama zaten Rüzigar'ım hep az yer. ;)


Yemeklerimiz yedik ye Yeşim tarafından güzel bir şekilde kapıya kadar uğurlandık. Buradan Yeşim'e de candan ağırlaması için bir kez daha teşekkürler. Sonra kararlaştırdığımız üzere tatlı yemek üzere Çiğdem Pastanesine doğru yollandık. Havanın harika olmasını bilen İstanbullular soluğu Sultanahmet'te almıştı. Belediyenin ektiği muhteşem laleler mekanı adeta büyülü bir hale getirmiş. Aşık olmamak elde değil, mükemmel bir güzellik adeta bir şaheser. Zaten fotoğraf çekmeyi çoook çoook seven ben sarıldım hemen makinama ve birbiri ardına fotoğraf çekmeye başladım. LaFea'mın bu konu hakkında özgün bir yorumu var. Bloguna kısa bir ziyaret yapmanız menfaatinizedir :D ;) TIK TIK






Rüzigar'ım laleleri fotoğraflamaya çalışırken bende onun bu güzel çabasını fotoğrafladım. Bir sen anladın beni güzelim :)


Çiğdem Pastanesi'ne fotoğraf çekiminden :D sonra nihayet ulaşabildik. Mekanın adı çilekli turtalarla biliniyor. Mekan küçük ama gayet hoş. Tatlıları her daim taze. Bizde keyifle yedik :)


Tatlılarımızı yedikten sonra LaFea'mızı ikna edip Kadıköy İskelesine kadar çok güzel bir yürüyüş yaptık. Güneşin batması, geceyle kavuşması geç saatlere kalırken bizde bu fırsatı değerlendirip harika bir gün geçirdik. Eğer daha fazla zamanımız ve enerjimiz olsaydı daha neler neler yapmak isterdik. Gün sona ererken LaFea'mı, Rüzigarı ve Tarih84 ü Kadıköy İskelesinden vapura bindirip arkalarından beyaz mendilimi salladım :D

P.S: LaFea'm o hıçkırık sesleri bana ait değildi :D



Gönül isterki daha kalabalık olsaydık ve aranan dostlarımızda aramızda olsaydı. Mavicim, nilü'm canlar bir gün hep beraber buluşmaktır dileğim. Tarih canım umarım sende bizim kadar eğlenmiş, güzel vakit geçirmiş ve bizleride artık bir dost bilerek İzmir'e kalbinde götürmüşsündür. Dostlarla geçirilmiş bir günden daha güzel ne olabilir ki...

Sağlıcakla kalın dostlar...

20 Nisan 2010 Salı

Tarih84 ile İzmir’den Seoul’e… :)


Blog dünyasının hızından geçilmeyen buluşmaların tadı tuzu :P LaFea ve Miss_Nefertiti yeni buluşma organizasyonlarını duyurmaktan gurur duyar. :) LaFea'mın duyurusu için TIK TIK ;)

Çoook sevdiğimiz ve değer verdiğimiz dostumuz Tarih84 bu hafta İstanbul'un tozunu toprağına katmak için geliyor :) Tabii biz bugüne dek verdiğimiz her sözün arkasında durduk. Yine duracağız.. 24 Nisan'da Kore yemekleri için tercih ettiğimiz mekan olan Sultanahmet Seoul Restaurant'ta buluşuyoruz.

Güzel bir gün geçirmek ve eğlenmek isteyen dostlarımızı bekliyoruz. Tarih84 sana bol acılı Ramen ve Kimchi sözümüz var. Ayrıca LaFea'm ve benim mümkün olduğunca her buluşmada gerçekleştirmeye çalıştığımız bir de tatlı faslımız..

Güzel bir yemek, güzel bir tatlı ve daha da önemlisi birbirinden güzel insanlarla geçirilecek güzel saatler... Paşa gönlüm daha ne ister... :)

17 Nisan 2010 Cumartesi

İçinde Aşk Saklı ♥ Whitney, My Love




Dirseğini çimenlere yaslayarak Whitney'in yanına uzandı Clayton. Başparmağıyla Whitney'in yanağına dokundu ve genç kadının elmacık kemiğinin nazik kıvrımını parmak ucunda hissetti. Clayton bu kadının ruhuna, tazeliğine tapıyordu adeta; Whitney'in tutkusu iç yakıcı ve tahrik ediciydi. Bunu düşündüğünde bile Clayton iliklerine yayılan keskin bir acı hissediyordu. Bu kadın tıpkı onun umduğu gibi, hatta umduğundan da öte bir yaratıktı; inatçıydı, tatlıydı, şehvetliydi, küstahtı ve zekiydi. Heyecan verici bütün zıtlıkları içinde barındıran bir hazineydi. Clayton'ın hazinesiydi!
Okumaya başladığımda:
Kitabı geçtiğimiz c.tesi tekrar okudum. Gayet kalın olmakla beraber sayfaların arasına kendinizi kaybettiğiniz için kalınlığı pekte önemli olmuyor. İnanılmaz güzellikle yazılmış. Her an kendinizi kitabın geçtiği 1820 yıllarında bulabilirsiniz.


Yazar her kitabında olduğu gibi o zamanları adeta yaşatır gibi anlatıyor. Kitabı okurken balo salonlarının anlatım atmosferi beni o kadar büyüledi ki bir an kendimi Whitney ile Clayton'u balo salonunun gölgelerle gizlenmiş köşesinden sessizce ama heyecanla izliyormuşum gibi hissettim. Neredeyse oradaydım.

Okuduktan sonra:
Judith McNaught'un bu kitabını tekrar okuyup arşivimin tozlu rafına kaldırmaktan inanılmaz mutluyum. Nihayetinde Epsilon yayınevi Whitney, My Love kitabını çevirirken İçinde Aşk Saklı demekle iyi yapmış. Clayton'un davranışlarının haksızlığı, Whitney'in vurdum duymazlığı ve hoşumuza gitmeyen detaylar arasında aşkı görmek gerçekten çaba gerektiriyor. Sonuçta kitap AŞK ı anlatmıyor, AŞK a giden yoldaki çetinlikleri anlatıyor. Bize de kitabın İÇİNDEKİ AŞK ı bulmak kalıyor.

Kitapta herşeyden çok hoşuma giden Düşler Krallığı kahramanlarımızdan bahsetmesi oldu. Ve daha çok hoşuma giden ise;


Spoiler: 


Düşler Krallığı kahramanımız Royce'un Claymore'a ilk geldiklerinde Jenny'i taktim etme şekli ve bu taktim şeklinin nesilden nesile aktarılışına bayıldım. Ayrıca Jenny'in gelecek nesillerde Westmoreland Düşesleri için hazırladığı kutuda çok değişik bir detay oldu benim için. Kutunun içinden çıkan Royce'un Jenny'in portresi için söyledikleri ve arkasında R&J harflerinin bir kalp içine çakılması bu büyük aşkı adeta özlememe neden oldu. Düşler Krallığı kitabı sonunda doğan erkek bebeklerinin adının William olduğunu öğrenmekte küçük bir detay olarak hafızama yazıldı. Nihayetinde bu güzel bir kitabı bitirip yoluma arşivimden çıkardığım Düşler Krallığı'nı tekrar okuyarak devam ediyorum. Selam size Royce & Jennifer :)


Spoiler Bitti. 


Tavsiyem:
Bu kitapta aşkı nefreti ve daha birçok duyguyu hissedebiliyorsunuz Bu kitap ayrıca Judith Mcnaught'ın ilk yazdığı ödüllü romanlarından biridir.Daha sonra bu kitabın etkisiyle Westmoreland karakterlerine hayat bulacak olan

Düşler Krallığı
Sen Gelmeden Önce

romanlarını yazdı benim tavsiyem ilk önce eğer okumadıysanız Düşler Krallığını ve daha sonra İçinde Aşk Saklı’yı ve en son olarakda yine okumadıysanız Sen Gelmeden Önce‘yi okuyun bu romanlarda hayat bulan karakterler inanın kendi öyküleriyle sizi başka bir zamana ve başka hikayelere taşıyacaklar.

Veee gitmeden kitaptan Clayton'un ağzından şiir gibi bir diyalog ile veda ediyorum:


Bırak da sana karşı işlediğim tüm suçları sayayım, Whitney. Öyle taş kalpli bir adamım ki babanın borçlarını temizleyip onu hapishaneye gitmekten kurtardım. Öyle bencilim ki orada öylece dikildim ve Sevarin’le birbirinize kur yapmanızı izledim. O kadar küstahım ki dudaklarının tadı hala dilimdeyken o lanet olasıca piknikte o adamın yanına oturup bana nispet yapmana katlandım. Ve bunları neden mi yaptım? Çünkü vahşi ve iblis ruhumla dilediğim tek şey sana adımı vermek, sana toplumda erişilemeyecek kadar üst düzeyde bir konum kazandırmak ve sana gücümün erişebildiği bütün güzelliklerle donatılmış zengin bir hayat sunmaktı.
— Clayton Westmoreland, İçinde Aşk Saklı.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...