24 Mayıs 2010 Pazartesi

Falımda Gong Yoo çıktı :D ♥♥♥

Az önce sabah sabah canım sakız isteyince açtım Falım paketinden aldım bitane. Pazartesi sabahımı neşelendiren, şenlendiren, yüzümde tatlı bir tebessüm oluşmasını sağlayan resimde gördüğünüz dörtlük çıktı falımda :D :D  Bu kadar mı olur sayın okuyucular :D :D :D :D

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Kısır, Kumpir ve Tavuk Göğsü..En lezzetlisi Dostluk :)



Geçtiğimiz Cuma gecesi canım arkadadaşım LaFea ile msn de yazışıyoruz. 'Özledim bir ara görüşelim' dedi, bende 'Yarın ne işin var kuşum' dedim. Yani sizin anlayacağınız gecenin bir yarısında plansız programsız bir buluşma ayarladık. Ne zaman belli ne de mekan. LaFea'm organizasyonu bana bırak dedi. Çünkü fedakar dostum her buluşmada Avrupa yakasına üşenmeden bıkmadan her seferinde geldi. Bu seferki buluşmamızda sözüm 'ASYA' kıtasına geçmemdi.

C.tesi gününün kötü saatleri öğlen saatlerine kadar sürsede keyfim kaçmadı. (Kötü olan saatler işte olduğum zamanı kapsıyor :D ) LaFea'mı aradım, msn de konuştuk ne yapsak nereye gitsek, nerede vakit geçirsek diye. Havanın güzel olmasını göz önüne alarak adalara vapurla geçelim dedim. (Not:Bu planları yaparken diğer cancan dostumuz Rüzigar'ın da bizimle olacağını planlıyorduk) Sonra plan değiştirdik cafeye gidip Turkish Cafe içip fal kapatalım dedik. LaFea'mın Kızsal blogunda paylaştığı 'Elemtere fiş kem gözlere şiş :)' konusundan sonra böyle bir ihtimali göz ardı edemezdik :D Sonra ondan da vazgeçtik hem rahatla konuşabileceğimiz hemde kafa dinleyebileceğimiz bir yerde karar kıldık. Daha doğrusu LaFea'm beni evine davet etmek suretiyle bu belirsiz planımızı bir finale bağladı :D

Yalnız davet dialoğumuz süperdi. Bahsetbeden geçemeyeceğim. İşteyim msn den yazışıyoruz. LaFea'm 'Ya Nefertiti bize gelsene ne güzel olur' dedi. Teklifini de cazip kılmak için 'Kısır da yaparım..vb.' şeklinde cezbedici gıdaları saydı. O sırada çalan telefonum üzerine kendisine bir süre sonra cevap yazdım. 'Tamam gelirim' dememle sanki bilgisayarımdan bir OHHHH sesi yükseldi :D :D Aynı anda LaFea'm 'Ciddimisin. Bir an cevap yazmayınca meraklandım' dedi. Ehuehehueheueheuehue canım sen ne istedin de ben yapmadım. Kore'ye gel desen de gelirdim :D :P

Plan program yapıldı. Neşe içinde işten çıkmadan önce LaFea'mdan -YOL- tarifide aldım ve yola koyuldum. Yol kelimesinin büyük yazmamın sebebi LaFea'm canım hiç yol tarif edemiyorsun :D :D :D Şaka şaka.. 'ASYA' kıtasına geçmişliğim olsa da iç kısımları çok iyi bilmem. Ama cancan dostumun süpper yol tarifiyle nerdeyse kendi evim gibi buldum. ;) Metrobüs sağolsun trafiksiz ve az vesaitsiz bir şekilde rahatlıkla Kadıköy'e gittim. Her zaman diyorum LaFea'mda bana gülüyor. Boğaz köprüsünün bitiş noktasında ki sarı tabelada 'WELCOME TO ASIA' diye yazıyor ya ben accayip bi sevindirik oluyorum. Artık biricik YOO'm ile aynı kıtadayım diye :) :) :)

LaFea'mın evinin önünde semt pazarı kuruluydu. Bu sebeple bakına bakına ilerlerken LaFea'm ileriden 'Sevdaaaa' diye çığırmak suretiyle beni buldu. Zaten bizim sarılma-öpücükleşme-selamlaşma üçlü eylemini gerçekleştirmemiz üzerine insanlar dehşetle sağa sola kaçıştı. :D :D :D Beraberce pazarda alışveriş yaptık. Kesinlikle çok eğlenceliydi. LaFea'm biliyor bu aralar çok kötü bir huy edindim. Sağımda solumda insanlar eğer benim duyabileceğim kadar yüksek sesle konuşuyorsalar ve konuşmada bir soru nidası varsa-yada yoksada ben onlara cevap vermeden duramıyorum. Eğlencelimi çoookkkk.. LaFea'm umarım sende benim kadar eğleniyorsundur :D :D :D

Pazar sefamızdan sonra LaFea'm beni aslanlı yoldan geçirerek evine buyur etti. İtiraf etmeliyim ki ben bile bu kadarını beklemiyordum. Bir an kendimi 26 yıllık hayatım boyunca her günümü orada geçirmişim gibi hissettim. İlk defa karşılaştıkları bir insanı evlerine bu kadar güzel bir şekilde buyur eden, etrafında pervane olan başka insanlar varmıdır bilmem ama ben kendimi kesinlikle bir yabancı gibi hissetmedim. LaFea'mın annesi ve babası en içten şekilde karşıladılar beni. Selamlaşma faslından sonra soluğu LaFea'mın odasında aldık. Kendisi nasıl sade, samimi ve sıcacıksa odasıda aynen kendisi gibi. O kadarki insan hiç çekinmeden odadaki kanepeye uzanıp şekerleme yapmak istiyor. LaFea'm kozmetiklerden bahsetmişti ama ben bile bu kadarını beklemiyordum. K'oooocaman bir sepet dolusu :P kırmızının binbir türlü renginde ojesi var. Pembeler,beyazlar,maviler dolu. Ben mavi renge bayıldım ve hemen tırnaklarıma sürdüm. Çok da yakıştı. Blogunda bu konu hakkında çok renkli yazılar mevcut. Ne yoksa siz hala ziyaret etmediniz mi? Buyrun şuradan TIK TIK

Sonra LaFea'm yemekler hazır olana dek 'iştahımın kapanması' için bana üzerine çikolara sosu dökülmüş çilek ikram etti. (Ağzının suları laptopa damlayan kıs efekti) Tabii bu benim daha çok acıkmamdan başka bir sonuca yol açmadı :D Habersiz ve plansız gelmemin sonucu olarak kendilerinin söyledikleri 'Acele bir şeyler hazırladıkları' ifadesiydi. Ancak ben kesinlikle öyle düşünmüyorum. Hepsi birbirinden leziz harika yiyecekler hazırlamışlardı. Kısır, kumpir, simit, tavuk göğsü süper hiper lezizdi. Buradan bir kez daha ellerinize emeğinize sağlık diyorum. Özellikle annene canımcım bir kez daha o kadar koşuşturma arasında bu kadar şey hazırlamakla uğraştığı için bir kez daha teşekkürler. Yemeğimiz sırasında LaFea'mın amcası çok hoş kısa bir ziyaret yaptı mutfağa. Şeker şeker çok samimi insanlar. LaFea'mın babasıyla tarihimize Atatürk'ün inkilaplarına, Trabzona, müzelere, Lenin'e birçok konuda çok harika bir sohbet yaptık. Kesinlikle göründüğü gibi tonton yaşlı bir amca değil. Biraz konuştuğunuzda bilgili ve bilgi veren, sıkmadan eskileri anlatan bir insan olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Rahatlıkla konulara yorum yapabilir, muhalif olabilir konu hakkında uzun uzun konuşabilirsiniz.

LaFea'mla uzun uzun konuştuk, dedikodu yaptık. Evet Evet Rüzigar seni de konuştuk, kulaklarını çınlattık hatta seni telefonla bile aradık ama sana ulaşamadık. :( İntikamımız pis, kötü ve acı olcek haberin ola :D Veda vakti geldiğinde evdekilerle vedalaşıp semt pazarının çılgınlığına attık kendimizi. Gözlük baktık, toka baktık, bandana taktık harika eğlendik. Pazardan Profilo Alışveriş Merkezine kısa bir gezinti yaptık. Watson (ismini yanlış yazmışta olabilirim) mağazasına girip her bir köşesini karıştırıp hiçbişi almadan çıktık. Kişisel satış elemanı gibi LaFea'ma oje konu mankenliği bilem yaptım :) Gezdik, tozduk, güldük, eğlendik..(Not plansız programsız olunca buluşma fotoğrafsız oldu bu post. Lakin yakın dostlar Facebook ta günün neşeli anlarına dair bir kaç foto bulabilir ;) )

Yani sözün özü lafın kısa anlatımı 'İyi ki varsın DOST'. Hep böyle kal. Dürüst, kendin gibi, sözünü esirgemeden sakınmadan söyle, hep böyle sıcacık ol. Bu küçümen insanı hep hayatında tut emi. Seviliyorsun baby. Beni biliyorsun baby herşeyi her detayı yazmayı anlatmayı çok severim ama sanki birşeyleri unuttum. Ama sanırsam bu his bu güzel günü tarif edemememden kaynaklanıyor. Tarifsiz, anlatılmayacak, uzun yıllar sonra keyifle hatırlayacağımız daha nice günler dileğiyle.

BİR DOST. :)

1 Mayıs 2010 Cumartesi

The Painted Veil – Ölümün Kıyısında AŞK…





Canım dostum mavi'm geçtiğimiz günlerde The Painted Veil'i izlemiş ve beni meraklandıran güzel bir yorumla blogunda yayınlamış. Ben de doğal olarak merak ettim ve geçtiğimiz günlerde izledim. Gerçekten ama gerçekten bir filmden çok çok daha fazlası var bu yapımda. Oyunculuklara zaten hiçbirşey söylenemez Edward Norton ve Naomi Watts yeteneklerini adeta konuşturmuşlar. Somerset Maugham'ın romanından uyarlanarak John Curran'in yönetmenliğini üstlendiği baş oyuncularımızın diğer yandan yapımcılığını da üstlendikleri bu film arşivinizde yer almaya aday.


Fimin konusunu burada yazmak istemiyorum. Zira mavi'm blogunda bu konuyu çok harika bir şekilde paylaştı. Ziyaret etmenizde fayda var.  Ben konuyu yazmaktan direkt yorumlamaya geçiyorum.


Dürüstçe söyleyabilirim ki oyunculuklar süper, görsellik harika, müzikler şahane ancak hikaye vasat. İnsan izlerken Naomi ve Edward'ın performanslarının çok azını sergilediklerini adeta hissediyor. Hikaye biraz daha kaliteli olsaydı bu güzel film 64. Altın Küre Ödüllerinde aldığı En İyi Film Müziği Ödülünden daha fazlası götürürdü evine. Oscar heykelcikleri toplardı mesela. Filmin afişine aldanıp basit, romantik ama heyecanlı bir film bekleyerek bu filmi izlemeye başlayanlar film bittikten sonra aslında hiçte öyle olmadığını rahatlıkla anlayacaklardır. Film Amerika'nın misyonerliğine, kolera hastalığının aslında cahillikle ne kadar alakalı olduğuna, ilişkilere, aşklara derinlemesine bir bakış atıyor.





Senaryoda çok fazla boşluklar olsada izlenmesi gerekli bir film diye düşünüyorum. En azdından Edward ve Naomi için bu film mutlaka izlenmeli.


Film hakkında daha fazla bir şey yazmıyorum. Zira ekşi sözlükte çok güzel iki yorum yazılmış filme dair. Merakınız biraz daha artsın diye burada onlarıda paylaşmak istiyorum.


"film kadının mavi gözlerinin ardından anlatıyor her şeyi; adamsa filmde sadece kadının duygularını ve hayatını etkileyen biri olarak var. geçmişi hakkında mesleği hariç hiç bir bilgi verilmemiş ve nasıl biri olduğunuysa, kadının aksine davranışlarından adım adım öğrendik. belki de bu yüzden, hikaye kadının hikayesi olduğu için, filmin sonunda adam aldatılmayı affetse de, izleyici/okur kadını bağrına basamayacağından; yazar, kadını babası belirsiz bir bebekle tek başına bırakmayı uygun görmüş.
eğer koleradan ölen adam değil kadın olsaydı, kurban ve kahraman o olacaktı. ikisi de hayatta kalsa kadın yeterli cezayı görmeden kıskanılası bir mutluluğa konacaktı. yani, erkek gözüyle kadın öyle büyük bir suç işlemiş ki, ne mutluluğa ne de genç ölüp kitabın kahramanı olmaya layık görülmemiş. yazar tarafından ömrünün sonuna kadar sürecek bir arafa mahkum edilmiş.


magnolia daki polis basit, ama sihirli derecede yer edici monoloğunda diyordu ki - önemli olan kimi ve ne zaman affedeceğimizi bilmektir-.


tutku, aşk, sevgi ve evlilik, birbirini öldüren ya da birbirinin yerini alan şeyler mi? yoksa doğurmakta mı biri diğerini...
kiki öyküde kendisi olgunlaşırken, büyürken, izleyeni de büyütüyor.
- spoiler -
eğer senaryo vasatsa ne yazık ki yaşam da bir o kadar vasat. evet istioruz ki; dr fane kapıyı kırsın ve her ikisini de kurşunlasın ya da boşasın ya da kitty onu hiç aldatmasın. dr fane ölmesin, en azından çocuğun babasının o olduğu kesin olsun.
--
neden ki? ne zamandan beri yaşamın gerçekleri masallarda bile ahlak kavramının ideallerine uymak zorunda? ahlak ne zamandan beri bir yaşam biçimi ki? ne zamandan beri evrensel ya da değişmez ki? kendimzi daha yüce hissetmenin sanal bir yolu işte.


tüm zayıflıklarıyla ve tüm güçlü yanlarıyla hem dr fane hem kitty son derece gerçekler. o kadar gerçekler ki walterın yasını tutuyor ve kittyi özlüyorum."




Canlar bu güzel filmi sizlerde izleyin. Sonu biraz üzücü olsada kaliteli bir yapım lezzetli bir oyunculuk izlemiş olmanın verdiği mutluluğa değer ;) İyi seyirler...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...