27 Nisan 2010 Salı

Bir ‘Tarih’ Yazdık……….

Bu hafta sonu çoook sevdiğim dostlarımla harika bir cumartesi günü geçirdim. LaFea'm, Rüzigar'ım ve Tarih'im le söz verdiğim üzere buluşmak için garip ve mazlum ben işten çıktıktan sonra bir koşturmaca soluğu Sultanahmette aldım. Seoul'e vardığımda LaFeam'ın çok hoş iki arkadaş daha getirdiğini gördüm. Seyhan ' la tanıştım kısa da olsa güzel birkaç konu hakkında konuştuk. Birkaç kare fotoğraf çekildik hoş bir vedanın ardından onları yolcu ettik.

Bir önceki postumda 'Tarih84 ile İzmir’den Seoul’e' demiştim ama planımız istediğimiz gibi olmadı. Tam kurulmuştuk ki o öve öve bitiremediğimiz 'mmmm çookk ama çookk leziz' diye anlattığımız Rameni yemeğe. Sonra Aydın abi bombayı patlattı bize. Ramen kalmadı diye. Ben adeta şoook. Tarih'im taaaa kalkmış İzmir'lerden gelmiş ve biz ona güzel bir Ramen sözü vermişken sözümüzü tutamamakla yüz yüze kaldık. Halbuki bir gün öncesinden Talat Bey'i aramış cumartesi günü için 4 kişilik rezervasyon yaptırmıştım. Çok şaşırdım ve açıkçası çok çok üzüldüm. Daha önceden haber vermeseydik emin olun bu kadar üzülmezdim. Aslında yanımızda Tarih olmasaydı hiç hiç üzülmezdim. LaFea'm la soluğu bir kebapçıda alırdık. Bozulduk haliyle ve söylendik haklı olarak. Çıkışta Talat Bey'e de isyanımızı hafiften hissettirdik. Doğal olarak kendisi -kendince- haklı oldukları mazeretlerini söyledi ama ben şahsım adıma rezervasyonlu olarak gittiğim bir restorandan istediğim yemeği yiyemeden ayrılmış olmaktan dolayı çok sinirliydim. Açıkça da söyledik başka bir Kore yemekleri mekanı olan çok yakında ki Jin Mi kafeye geçtiğimizi. Talat Bey üzüntüsünü 'Uzun bir süre Ramen gelmeyebilir. Gümrükte takıldı.' diyerek açıkladı. Bizde rahatlıkla söyleyebiliriz o zaman 'Zaten bizde uzun bir süre Ramen yemeği düşünmüyoruz'. Belki şu anda sert ve keskin kenarlı kelimeler kullanıyor olabilirim. Ancak dediğim gibi haklı olarak üzgün ve sinirliyim. Özrüm kabahatimden fersah fersah ötede.

Neyse sinirimi ve derdimi paylaştıktan gelelim daha hoş ve günün daha güzel kısmına. Tanıdığım en neşeli Kore sever Yeşim bizi 'kapıda' karşılayarak mekana buyur etti. Jin Mi Cafe Sultanahmet Camii'sini sol cephesinden gören harika bir terasa sahip bir mekan. Hava bu kadar güzel olunca ve sohbete de doyum olmayınca bizde ramenimizi yemek için soluğu terasta aldık.


Ancak her ne kadar bulunduğumuz mekana göre uygun hareket eden insanlar olsak da LaFea'm ve ben dürüstlüğümüzden asla taviz vermedik. Bir dost gibi güzelliğini yüzene söylerken kötü yönünü asla arkandan söylemeyenlerdeniz. Çıkışta Yeşim'e de söyledik bunu zaten. Her ne kadar -müşterilerini- 'misafirleri' gibi ağırlasalarda hizmet konusunda kendilerini epeyce geliştirmeleri gerekiyor. Özellikle servis ve sipariş alımı konusunda biraz daha titiz olunmalı. Mekanın bakımı ve temizliğine biraz daha dikkat edilmeli. Ancak bu hafif rahatsızlık veren konular kesinlikle kötü amaçlı değil. Yıkıcı değil yapıcı olmak amacımız. Sözün özünü söyledikten sonra sözümüzü tutmanın verdiği rahatlıkla Kore usulü Ramenlerimizi sipariş ettik. Bol bol sohbet ettik. Gong Yoo'muzu bol bol andık, dizilerden, sinemalardan bahsettik. Güzel hoş sohbetimiz dumanı üzerinde gelen Ramenlerimiz le kesildi.


İtiraf etmeliyim ki eğer yemeğimiz biraz daha gecikseydi midemin gurultusunu tüm İstanbul duyacaktı. O kadar acıkmıştım ki ramen kaselerini görünce neredeyse kocaman bir 'YİHHHUUUUU' çekecektim :D Zaten yemeklerin masaya konduğu andan ve doyduğumu hissettiğim ana kadar geçen sürede sohbete sadece Evet/Hayır/Hmmm/Bencede/Kesinlikle şeklinde katılımlarda bulundum :) Gerçekten ama gerçekten çok acıkmıştım. Evet evet itiraf ediyoruz silip süpürdük resmen. Fotoğraftaki kaselerde kanıtımız. Sağ üst köşedeki kase benimki, karşısındaki Tarih'in, alt soldaki LaFea'mın ve sağ alttaki de Rüzigar'ın. Gördüğünüz gibi bir tek onun kasesinde biraz kaldı. Ama zaten Rüzigar'ım hep az yer. ;)


Yemeklerimiz yedik ye Yeşim tarafından güzel bir şekilde kapıya kadar uğurlandık. Buradan Yeşim'e de candan ağırlaması için bir kez daha teşekkürler. Sonra kararlaştırdığımız üzere tatlı yemek üzere Çiğdem Pastanesine doğru yollandık. Havanın harika olmasını bilen İstanbullular soluğu Sultanahmet'te almıştı. Belediyenin ektiği muhteşem laleler mekanı adeta büyülü bir hale getirmiş. Aşık olmamak elde değil, mükemmel bir güzellik adeta bir şaheser. Zaten fotoğraf çekmeyi çoook çoook seven ben sarıldım hemen makinama ve birbiri ardına fotoğraf çekmeye başladım. LaFea'mın bu konu hakkında özgün bir yorumu var. Bloguna kısa bir ziyaret yapmanız menfaatinizedir :D ;) TIK TIK






Rüzigar'ım laleleri fotoğraflamaya çalışırken bende onun bu güzel çabasını fotoğrafladım. Bir sen anladın beni güzelim :)


Çiğdem Pastanesi'ne fotoğraf çekiminden :D sonra nihayet ulaşabildik. Mekanın adı çilekli turtalarla biliniyor. Mekan küçük ama gayet hoş. Tatlıları her daim taze. Bizde keyifle yedik :)


Tatlılarımızı yedikten sonra LaFea'mızı ikna edip Kadıköy İskelesine kadar çok güzel bir yürüyüş yaptık. Güneşin batması, geceyle kavuşması geç saatlere kalırken bizde bu fırsatı değerlendirip harika bir gün geçirdik. Eğer daha fazla zamanımız ve enerjimiz olsaydı daha neler neler yapmak isterdik. Gün sona ererken LaFea'mı, Rüzigarı ve Tarih84 ü Kadıköy İskelesinden vapura bindirip arkalarından beyaz mendilimi salladım :D

P.S: LaFea'm o hıçkırık sesleri bana ait değildi :D



Gönül isterki daha kalabalık olsaydık ve aranan dostlarımızda aramızda olsaydı. Mavicim, nilü'm canlar bir gün hep beraber buluşmaktır dileğim. Tarih canım umarım sende bizim kadar eğlenmiş, güzel vakit geçirmiş ve bizleride artık bir dost bilerek İzmir'e kalbinde götürmüşsündür. Dostlarla geçirilmiş bir günden daha güzel ne olabilir ki...

Sağlıcakla kalın dostlar...

20 Nisan 2010 Salı

Tarih84 ile İzmir’den Seoul’e… :)


Blog dünyasının hızından geçilmeyen buluşmaların tadı tuzu :P LaFea ve Miss_Nefertiti yeni buluşma organizasyonlarını duyurmaktan gurur duyar. :) LaFea'mın duyurusu için TIK TIK ;)

Çoook sevdiğimiz ve değer verdiğimiz dostumuz Tarih84 bu hafta İstanbul'un tozunu toprağına katmak için geliyor :) Tabii biz bugüne dek verdiğimiz her sözün arkasında durduk. Yine duracağız.. 24 Nisan'da Kore yemekleri için tercih ettiğimiz mekan olan Sultanahmet Seoul Restaurant'ta buluşuyoruz.

Güzel bir gün geçirmek ve eğlenmek isteyen dostlarımızı bekliyoruz. Tarih84 sana bol acılı Ramen ve Kimchi sözümüz var. Ayrıca LaFea'm ve benim mümkün olduğunca her buluşmada gerçekleştirmeye çalıştığımız bir de tatlı faslımız..

Güzel bir yemek, güzel bir tatlı ve daha da önemlisi birbirinden güzel insanlarla geçirilecek güzel saatler... Paşa gönlüm daha ne ister... :)

17 Nisan 2010 Cumartesi

İçinde Aşk Saklı ♥ Whitney, My Love




Dirseğini çimenlere yaslayarak Whitney'in yanına uzandı Clayton. Başparmağıyla Whitney'in yanağına dokundu ve genç kadının elmacık kemiğinin nazik kıvrımını parmak ucunda hissetti. Clayton bu kadının ruhuna, tazeliğine tapıyordu adeta; Whitney'in tutkusu iç yakıcı ve tahrik ediciydi. Bunu düşündüğünde bile Clayton iliklerine yayılan keskin bir acı hissediyordu. Bu kadın tıpkı onun umduğu gibi, hatta umduğundan da öte bir yaratıktı; inatçıydı, tatlıydı, şehvetliydi, küstahtı ve zekiydi. Heyecan verici bütün zıtlıkları içinde barındıran bir hazineydi. Clayton'ın hazinesiydi!
Okumaya başladığımda:
Kitabı geçtiğimiz c.tesi tekrar okudum. Gayet kalın olmakla beraber sayfaların arasına kendinizi kaybettiğiniz için kalınlığı pekte önemli olmuyor. İnanılmaz güzellikle yazılmış. Her an kendinizi kitabın geçtiği 1820 yıllarında bulabilirsiniz.


Yazar her kitabında olduğu gibi o zamanları adeta yaşatır gibi anlatıyor. Kitabı okurken balo salonlarının anlatım atmosferi beni o kadar büyüledi ki bir an kendimi Whitney ile Clayton'u balo salonunun gölgelerle gizlenmiş köşesinden sessizce ama heyecanla izliyormuşum gibi hissettim. Neredeyse oradaydım.

Okuduktan sonra:
Judith McNaught'un bu kitabını tekrar okuyup arşivimin tozlu rafına kaldırmaktan inanılmaz mutluyum. Nihayetinde Epsilon yayınevi Whitney, My Love kitabını çevirirken İçinde Aşk Saklı demekle iyi yapmış. Clayton'un davranışlarının haksızlığı, Whitney'in vurdum duymazlığı ve hoşumuza gitmeyen detaylar arasında aşkı görmek gerçekten çaba gerektiriyor. Sonuçta kitap AŞK ı anlatmıyor, AŞK a giden yoldaki çetinlikleri anlatıyor. Bize de kitabın İÇİNDEKİ AŞK ı bulmak kalıyor.

Kitapta herşeyden çok hoşuma giden Düşler Krallığı kahramanlarımızdan bahsetmesi oldu. Ve daha çok hoşuma giden ise;


Spoiler: 


Düşler Krallığı kahramanımız Royce'un Claymore'a ilk geldiklerinde Jenny'i taktim etme şekli ve bu taktim şeklinin nesilden nesile aktarılışına bayıldım. Ayrıca Jenny'in gelecek nesillerde Westmoreland Düşesleri için hazırladığı kutuda çok değişik bir detay oldu benim için. Kutunun içinden çıkan Royce'un Jenny'in portresi için söyledikleri ve arkasında R&J harflerinin bir kalp içine çakılması bu büyük aşkı adeta özlememe neden oldu. Düşler Krallığı kitabı sonunda doğan erkek bebeklerinin adının William olduğunu öğrenmekte küçük bir detay olarak hafızama yazıldı. Nihayetinde bu güzel bir kitabı bitirip yoluma arşivimden çıkardığım Düşler Krallığı'nı tekrar okuyarak devam ediyorum. Selam size Royce & Jennifer :)


Spoiler Bitti. 


Tavsiyem:
Bu kitapta aşkı nefreti ve daha birçok duyguyu hissedebiliyorsunuz Bu kitap ayrıca Judith Mcnaught'ın ilk yazdığı ödüllü romanlarından biridir.Daha sonra bu kitabın etkisiyle Westmoreland karakterlerine hayat bulacak olan

Düşler Krallığı
Sen Gelmeden Önce

romanlarını yazdı benim tavsiyem ilk önce eğer okumadıysanız Düşler Krallığını ve daha sonra İçinde Aşk Saklı’yı ve en son olarakda yine okumadıysanız Sen Gelmeden Önce‘yi okuyun bu romanlarda hayat bulan karakterler inanın kendi öyküleriyle sizi başka bir zamana ve başka hikayelere taşıyacaklar.

Veee gitmeden kitaptan Clayton'un ağzından şiir gibi bir diyalog ile veda ediyorum:


Bırak da sana karşı işlediğim tüm suçları sayayım, Whitney. Öyle taş kalpli bir adamım ki babanın borçlarını temizleyip onu hapishaneye gitmekten kurtardım. Öyle bencilim ki orada öylece dikildim ve Sevarin’le birbirinize kur yapmanızı izledim. O kadar küstahım ki dudaklarının tadı hala dilimdeyken o lanet olasıca piknikte o adamın yanına oturup bana nispet yapmana katlandım. Ve bunları neden mi yaptım? Çünkü vahşi ve iblis ruhumla dilediğim tek şey sana adımı vermek, sana toplumda erişilemeyecek kadar üst düzeyde bir konum kazandırmak ve sana gücümün erişebildiği bütün güzelliklerle donatılmış zengin bir hayat sunmaktı.
— Clayton Westmoreland, İçinde Aşk Saklı.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Takip Etmeyenin Ojesi Bozulsun :D

http://kizsalmevzular.blogspot.com



















Bilenler bilir ancak bilmeyenlere bu güzel blogu tanıtmayı önce kendime sonra canım arkadaşım LaFea'ma borç bilirim.

Hepimiz hayatlarımızda her zaman süslü püslü olamıyoruz. Özellikle buna zamanı, fırsatı,imkanı yada isteği olmayan arkadaşlarımız var. Ben sanırım 'zamanı+isteği' olmayanlar katagorisindeyim. :D Elime rimelimi bile almaya üşendiğim günlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur emin olabilirsiniz. Ama zaten her şeyin doğalı güzeldir :P  Yoksa değil midir??

İşte bu şeker insan blogunda yazdığı yazılarla 'Kızsal Mevzularımıza' samimi bir bakışla güzel yazılar yazıyor. Okuması zevkli, izlemesi zevkli, yorumlaması daha bir zevkli. Yani diyeceğim o dur ki sizde takip listenize mutlaka eklemelisiniz.

P.S. : LaFea'm hani o Kittyli çamaşır takımı varya gözüm kaldı yemin ederim. Bak eğer bana bir güzellik düşünmüyorsan çok pis bozuşacağız seninle heeee :D

9 Nisan 2010 Cuma

Eyvahhh Mimlendimmmm!!!!!!!


Tamam relax relax... Panik yok... Kötü, kaka, pis bişi değil bu mim :D Blog dünyasına katıldım katılalı -çok uzun bir süre olmasa gerek- ilk mimimi sevgili LaFea'm dan aldım. Bu değerli göreve beni seçtiğiniz için teşekkürü borç bilirim :D :D :D

“Yaşadığını Hissettiren En Az 10 Şey” konulu mim üzerine neler söylenir, daha kimler seçilip özenli cevaplar alınır bilmem ama bu ilk mim'ime şöyle güzel cevaplar veriyim dimi... :)

Ancaaaakkkk LaFea'm sebeblerim arasında Gong YOO olamaz demiş. Tamam olur :)  zaten YOO'm benim sebeplerim arasında değil 'amaçlarım' listesinde :D O zaman en az 10 tane madde sayalım bakalım.
  1. Hafta sonu (en azından pazar günü) işe gitmemek. Sımsıcak yorganımın içinde birbirinden güzel rüyarlar görerek gündüz geç saatlere kadar uyumak.
  2. En azından son altı aydır vakit buldukça Seoul Restaurant'ta arkadaşlarımla Ramen yemek. Gerçekten ama gerçekten çok leziz. Yaşadığımı hissettiren bir yemek olduğunu söylemek yanlış olmaz. :D 
  3. Annemle beraber Kore ve Japon dizileri izlemek. Tepkilerini ve uzak doğuluların yemek-yaşam kültürlerine her seferinde böylesine şaşırması gerçekten hoşuma gidiyor. Onu da alıştırdık alt yazılı yapımları izlemeye. Gong YOO mu ve diğer aktörleri ayırt edebiliyor. :)
  4. Kitap okumak. Gerçekten ve gerçekten çok severek aldığım kitapları bitene kadar elimden bırakmam. Ancak dönem romanlarını ayrı bir severim. ;)
  5. Yağmurlu günlerde araba yolculuğu. Her ne kadar tehlikeli olduğunu düşünsemde yolcu koltuğunda ön cama vuran damlalarla sileceklerin amansız savaşını izlemek çok dinlendirici.
  6. Tatil demek şart oldu artık. Temmuz ayını dört gözle bekliyorum. Havuz kenarında kokteylimi yudumlamak ve Ipodumda Gong YOO mun 'Norul Saranghae' şarkısı dinlemek. :D
  7. Kış mevimi diyorum. Genelliyorum çünkü hem kar yağışını hemde yağmuru izlemeyi seviyorum. Hele yağmurdan sonra toprak kokusu. Hmmmm...
  8. Evet evet burada ilk kez itiraf ediyorum. Ben bir Formula 1 severim. Yağmurlu havada yapılan bir Formula1 yarışından daha zevkli ne olabilir ki... Sanırım o da -Start- anı oluyor :)
  9. Hayal kurmak... Beni tanıyan herkes hayal gücümün genişliği karşısında hayrete düşüyor. Seviyorum hayal kurmayı.
  10. Veeee tabii kiii hayallerimi gerçekleştirmek. Geçtiğimiz yıl bir tanesinin gerçekleştiğini mutlulukla gururla izledim. Hayatın 'İMKANSIZ' olmadığını gördüm. Hayallerimizle ve onları gerçekleştirmek arzusuyla hayatlarımızı 'Yaşama İSteğiyle' doldurmak. Sanırım en çok sevdiğim madde bu. Koltuğumda geri yaslanmak ve bu duyguyu hissetmeyi. Yani BAŞARMAYI.

Offf maddeleri tamamlarken çok zorlandım. Demek ki kendime 'Yaşadığımı Hissettiren' birkaç sebep bulmam lazım. Birde fazladan uzatmışım sanki maddeleri. Neyse ben böyle beğendim. İlk mim'imi sona erdirirken geleneksel olanı ilk kez gerçekleştirmenin heyecanı içindeyim. O zaman geçtiğimiz sene hayallerimden birini gerçekleştiriken kendi hayalini bizimkine ortak eden Mavi seni seçtim... Hadi bakalım çalıştıralım parmakları.. :)

6 Nisan 2010 Salı

Rüzgar Gibi Geçti…


Hayır hayır... Bu kesinlikle bu film yorumu değil. Geçtiğimiz hafta sonunun berbat geçmesini sağlayan AÖF (Açık Öğretim Fakültesi) Ara Sınavını başarıyla atlatmış bulunuyorum. Değil çalışmak kitaplarımın kapağını bile kaldırmadım. (Mavi ablacım sen sakın beni örnek alma :D )  İşte bu sebeple bana sınavımın nasıl geçtiğini soran herkese aynı cevabı veriyorum. Diyalog aynen şu şekilde gerçekleşiyor:

Diyalogdaki kişiler;

Miss_Nefertiti (Sınavdan Kanter İçinde Çıkan Sıcaktan Bunalmış İnsan yani kısaca SKİÇSBİ :D )

Annem (Sınava Giden Kızını Gözü Yolda Bekleyen Anne yani kısaca SGKGYBA)
  • SKİÇSBİ: Offff yaaa bu da bittii nihayet... (İçinde ders kitapları bulunan poşet bir daha bulunmamak üzere evin ücra köşelerine fırlatılır)
  • SGKGYBA:  Aaaa... Geldin mi kızım. Nasıl geçti sınav? Kolay mıydı? Kolay buldun mu okulu? (Şeklinde sorular zinciri devam eder)
  • SKİÇSBİ: Evet geldim. Sınav mı? Rüzgar Gibi Geçti.
  • SGKGYBA:  ?!????!!!%&%½????
  • SKİÇSBİ: Yani sınav o kadar çabuk geçtiki soruları bile okuyamadım :D  :D  :D  (Yaptığı espirikten sonra kikirdeyen SKİÇSBİ annenin ters bakışlarına maruz kalmak suretiyle sorulara gerçekçi cevaplar mırıldanır)
Evetttt bu sınavıda atlatmış olarak şimdi önümüzdeki sınavlara bakacağız. :P  Şaka bir yana bu boş hayatta şu yaşta sınav stresi çekilmiyor yaaa. Hele sınavların hafta sonunu öldürmesi. Tamamen insanoğluna yapılan en büyük işkencelerden bence. Ne olurdu ki hafta içi yapsalar şu sınavı bizde işe gitmekten kurtulsak :D

Lafı burada sona bağlarken benim gibi sınav mağdurları varsa hepinize geçmiş olsun canlar. Kalın sağlıcakla ;)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...