12 Aralık 2015 Cumartesi

"Write your name in Korea!" ~ Sevda mı yoksa?



Evet geçtiğimiz aylarda Korea Tourism Organization'un düzenlediği 'Adınızı Kore Sokaklarına Yazın!" isimli bir kampanyasına katılmıştım. Aralık başında elemeler sonuçlanmış ve kitapçıklara basılacak isimler seçilmiş. Evet doğru bildiniz o isimlerden birisi de benim. Mailime gelen, şenlendiren bir bildiri sayesinde haberdar oldum. 

Tabii ki Seoul'un birebir sokaklarına adınızı vermiyorlar. Bu etkinliğe katılan 23.000 isimden birisi olunca Sang Sang Gil bölgesindeki caddeye isminiz yazılıyor. Tıpkı 'Hollywood Yıldızları Caddesi' gibi. 

Bizzat gidip göremeyecek olsam da bir şekilde sizi mutlu eden bir etkinlik :)





20 Kasım 2015 Cuma

Yeşil.. Sarı... Kırmızı.. ve Sonbahar...


Mevsim tüm görkemiyle renk değiştirip yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya rengarenk....
veda ederken yapraklar dallarına hüzün çöküyor şehirlere...
Tabii ki İstanbul hariç :/

Elbette bu mevsim değişikliklerini İstanbul'da da tadında yaşayabilirsiniz. Azıcık zamanınız ve bütçeniz varsa. Neyse konumuz bu değil. İstanbul'da renksiz bir sonbahar ve kendini ilkbahar zanneden havalarla 'Sonbahar' ın yarısını geçtik bile.. 

Şu aralar ne yapıyorsun sesin soluğun çıkmıyor derseniz.. Güzel değişiklikler, farklı deneyimler edinmekle meşgulüm :) Umarım devamı hayırlı olur ^^

Blogumu aşırı ihmal ettiğimin, postalanan mimlerin yazılmadığının farkındayım. Ancak şu aralar 'zaman' konusunda biraz sıkıntıdayım. Biraz düzene girdiğimde inşallah yazılarımla burada olacağım :)

İstanbul'da sonbahar tüm renksizliğiyle geçse de blogumu bu güzel renklerden mahrum edemezdim. Bir süre blog arka planında süzülen sonbahar yaprakları bize eşlik edecek. Arada açıp seyre dalıyorum. İnsana huzur veren bir salınışları var.. Fazlasıyla hoşuma gitti :)

Benden haberler bu kadar.. Haaa bu arada gitmeden son bir not. Bu sene izlediğim ikinci kore dizisi 'Oh My Venüs' başladı. İlk iki bölüm için tatmin edici. İleride ne olur bilinmez ama bu oyuncu kadrosu için bile izlenir.

Sevgiyle Kalın..

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Edebiyat mı? Gidicem... Gelicem... Naapçamm...



Şimdi soruyorum sizlere; yukarıdaki kitap sayfası 'edebiyat' namına bir katkı mı?

Sadece tek bir sayfasına bile 'gidicem, edicem, naaapçam' şeklinde Türkçede yer almayan-almaması gereken ifadelerle doldurulmuş. O kadar itici, o kadar iğrenç duruyor ki bu kitabın basılmasında kullanılan ağaçlara yazık. 

Ağlarsam o ağaçlar için ağlarım. 

Ne desem bilemiyorum. Yahu bir yayın evi kitabı basmadan editörlerine hiç mi kontrol ettirmez O.o

Kitabı almamanız için buraya da link atalım ne olur ne olmaz. Kapağın gösterişine kanıp almaya kalkarsınız mazallah.


9 Ağustos 2015 Pazar

Herkes gider...

dostlar baki kalır....

Canım dostumun erken yıl dönümü hediyesi. Biz genelde bu kutlamayı 26 Eylül'de yaparız. Çünkü biz 26 Eylül 2009 yılında tanıştık :) 

6 yıl olacak Eylül ayında.. Sayısını unutacağımız, hesaplayamayacağımız yıllara dost..

İyi ki varsın LaFea

Not: Peki siz bizim tanışma hikayemizi biliyor musunuz? TIKTIK




4 Ağustos 2015 Salı

İş Arama Sıkıntısı...



Haziran sonundan beri iş arama olayına aşırı yoğunlaştım. Öyle ki hala iş arıyorum. Sanal ortamda bütün kariyer sitelerine üye oldum, (gerçi üyeydim, güncelledim :P ) yüzlerce iş başvurusunda bulundum, yetmedi çoğu şirkete+hastaneye bizzat kendim gidip CV doldurdum. 

Peki sorarsanız nedir bu kadar çabanın, bu kadar başvurunun cevap sayısı? O evet sayın okuyucu koskocaman bir SIFIR.

Yüzlerce ve belki de binlerce iş ilanına baktım. Türkiye'de sanırım iş veren kısmında şöyle bir kanı oluşmuş durumda; 30 yaşını geçen herkes ölsün! Cidden. Hangi ilanı açarsam açayım en az 5 yıl tecrübeli 27-30 yaş arasında eleman aranıyor. Hmmm peki biz bu iş eğitimine anne karnında başlayıp, üniversite okurken bir de 5 yıllık iş tecrübesi edinmeli ve sakın ama sakın 30 yaşımızı geçmemeliyiz.

Saçmalığın daniskası resmen. Nedir bu 30 yaş sınırı. İnsan 30 yaşından sonra iş arayamaz mı? 30 yaşında emeklilik kanunu çıktı da benim mi haberim yok?

Bir de şöyle bir durumla karşılaşıyorum sık sık. Türkiye'nin önde gelen firmaları, hastaneleri ve sanayi kuruluşları her gün düzenli olarak bu kariyer sitelerinde iş ilanlarını yayınlıyorlar. Şu aralar sıkı iş arayışı içinde olmasam pek fazla dikkat etmezdim bu duruma. Fakat iki aydan fazladır dikkatle bakıyorum sürekli aynı ilanlar, sürekli aynı pozisyonlar ve sürekli aynı firmalar eleman arayışı içindeler. 

Cahil değiliz elbette biliyoruz biz de firmaların o iş ilanlarını reklam amacıyla verdiklerini. Yalnız sanırım bu büyük ve gösterişli firmalar reklam yaparken imajlarına ne kadar büyük zarar verdiklerinin farkında değiller.


Zira benim gözümde 'bir türlü aradıkları elemanı bulamayan' ve aylardır ilan yayınlayan bu firmalar güvenilir firma listesinde olmuyor. Aynı iş pozisyonu için bu kadar çok ilan yayınlayan, aylardır aradığı elemanı bulamayan firma imajını çatır çatır çiziyor. Gözümde 'iş arayanlar' için güvenilmez, eleman barındırmayan ve belli ki sık sık eleman aramak zorunda olan firma haline geliyor.

Türkiye'de kariyer sitelerinden iş bulunmaz diye bir kural yok. Ben bu siteler aracılığıyla birçok görüşmeye gittim, bir zamanlar iş bulup çalıştım bile. Keşke bu kariyer siteleri kuruldukları amaca hizmet etmeye devam etseler, reklam aracı olarak kullanılmasalar. Ve eleman arayan gerçek iş verenler, iş arayan kişilerle bir araya gelse.

Gerçi gelse ne yazar. Daha geçen hafta iş görüşmesi için gittiğim insan kaynakları müdürü 'bir tanıdığının yönlendirdiği' kişiyi işe alacağını söylediği bir konuşmaya tanık oldum. Adam utanmazca telefonda önümde konuştu. Eee ben daha ne yapayım yani.

Kıssadan hisse; varsa bir tanıdığınız işi de bulursunuz, yolunu da. Yoksa eğer bir tanıdığınız, kimse sizin için elini taşın altına koymuyorsa ne kadar çabalarsanız çabalayın boş. Sizin CV'niz torpilli olanların arasında yok olup gider. 

Ama biliyor musunuz Türkiye'de en çok ne para kazandırır? Umut tacirliği! İşte bu kariyer sitelerinin yaptıkları da tamamen bu. Umudu insanlara satmak. 

Her hayalin... her umudun gerçekleşmesi dileğiyle...


Sevgiler

26 Temmuz 2015 Pazar

Mesafeler...

Şu hayatta tüm mesafeler aşılabileceğine inanıyorum..

Uzaklarda çok uzaklarda ise sevdiğiniz kişi aşılamayacak mesafe yoktur.

İki kalp arasındaki mesafe de öyle. Olur yada olmaz. O mesafeyi aşabilirsiniz.

Ama aşılamayacak mesafeler de var şu hayatta...

Toprak... kara toprak...

Tüm mesafeleri, tüm uzakları aşıp sevdiğinize kavuşabilir, sarılabilir ve koklayabilirsiniz...

Ama toprak.. işte dünyanın en uzak, en derin ve en ulaşılmaz mesafesi.

Sevdiklerinizi, özlediklerinizi koymadan kara toprağa onlara 'Seni Seviyorum' deyin. Yarın değil, bir hafta sonra değil.. Bugün, şimdi söyleyin. Aranıza aşılamaz mesafe girmeden... kara toprak girmeden..

.
.
.



Canım Annem...

Sensiz tam tamına 2 yıl... 730 gün... özledim... Seviyorum..

.
.
.
.
.
.
.
.

21 Haziran 2015 Pazar

Bir Kitap Aşığına Verilecek En Güzel Hediye: Kitap Mührü


2014 Eylül ayından beri İsmek'te devam ettiğim Hasta Kayıt kursumuz Haziran ayında sona erdi. Bu kursun bana kattığı bilgilerin yanında çok değerli hocamızla da tanışmış oldum. Zaten bir noktadan sonra Safiye Hoca'nın dersin çekiciliğini ve katlanırlığını arttırdığını kabul ediyorsunuz. Hayatından verdiği kesitler, sinemaya, kitaplara, müziğe, antik kentlere ve bisiklete duyduğu devasa aşkı anlata anlata bitiremiyor. Ve açıkçası onu böyle izlemek insana hayat enerjisi ve neşe kaynağı oluyor. 

Ne diyordum hediyeydi değil mi esas konu. İşte kurs bitim süresi yaklaştıkça aklımda 'Ne hediye alsak acaba?' soruları çılgın atmaya başladı. Hem güzel, hem orjinal hem de deli dolu hocamızı havalara uçuracak bir hediye olmalıydı.

Epey uzun ve meşakkkatli bir araştırma sonunda bu güzel ve orjinal hediyeyi seçtim. Kitap Mührü evet :) Yurt dışında Ex-Libris (Latince kitap kökeninden geliyor) olarak biliniyor. Tarihi epey eskilere kadar dayanır. 

Peki nedir dediğinizi duyar gibiyim :) Exlibris; genellikle kitabın iç kapağına veya sayfalardan birine basılan, kitaba 'iyelik' kazandıran bir deyiştir. Mülkiyeti ifade eder ve genellikle -in iyelik halini belirtir, isimle devam eder. Örn; Sevda'nın Kitabı gibi.. Amacı ise çok daha güzel bence. Exlibris kitabın sahibini tanıtır, ona aidiyet kazandırır ve onu ödünç alan kişiye onu geri getirmesi konusunda uyarır.

Exlibrislerin tarihi çok eskilere dayandığı bilinse de gerçek exlibrisler matbaanın icadıyla kullanılmaya başlanmıştır. 1400 yıllarında Almanya'da ve 15. yüzyıl başlarında da Avrupa'da kullanılmaya başlandığı kanıtları mevcuttur. O yıllarda kitaplar sadece kiliselerde ve kraliyet ailelerinin elinde bulunuyordu. Matbaanın icadıyla kitaplar çoğaltılmaya başlanınca asıl eserlerin çalınmaya ve orjinalin kaybolması tehlikesine karşı icat edildiği bilinmektedir. 

Ne uzun anlattım değil mi? hihi Ama uzun yazmayı sevdiğimi zaten biliyorsunuz :) İşte bu sebeplerden ötürü bu güzel ve anlamlı hediyeden yaptırmaya karar verdim. Verdim de piyasada bunlardan yapan bir sürü web sitesi ve instagram hesabı var. En iyisini ve en kalitelisini, ayrıca en hesaplısını da bulmak için günler süren bir mailleşme maratonu yaşadım. Ve nihayetinde mührümüzü 'Kitaplarım İçin' de gördüğüm harika örnekler ve iletişimde gösterdiği hassasiyet için onda yaptırmaya karar verdim. 

Şimdi süreci anlatayım size. Nasıl oluyor bu mühür işi nasıl yaptırıyorsunuz? sorularını duyar gibiyim. Önce mühür yaptırmak istediğiniz kişinin en öne çıkan, onu en iyi anlatan özellikleri mühürü yapacak arkadaşa mail yoluyla gönderiyorsunuz. 

  • Kocaman bir kitaplığı var.
  • Bisiklet süremeyi çok seviyor.
  • Antik kentlere bayılıyor (Efes gibi)
  • Müzik dinlemeyi seviyor.
  • Özgür ruhunun ifadesi olarak kuş koyulmasını istiyorum.
  • Safiye'nin Kitaplığı yazsın istiyorum.
İşte bunun gibi başlıca şeyler yazıyorsunuz. Ve tasarımcı arkadaş da yeteneğini ve maharetini mührü tasarlayarak size gösteriyor. Fotoğraflarla devam edelim ;)

Siparişiniz aşağıdaki gibi ahşap bir kutu içerisinde geliyor. Çok şık ve asil bir görünüşü var bence.


Kutuyu açtığınızda bir adet stampa ve güzelce sarılmış mührünüz sizi karşılıyor. 


Mührünüzün sapı da ahşaptan. Tutuşu çok güzel, hafif ve mürekkebi de dağılmıyor. Üstelik çok ama çok uzun süre kullanabileceğiniz, kullanabilecek birşey. 


Ben mühür yaptırmak için aklınızın almayacağı kaynaklara baktım. Yabancı siteler ve tasarımcılar da dahil. Fiyat konusunda hemen hepsi yaklaşık rakamlar veriyor. Ancak hepsinin fiyatını değiştiren etmenler mevcut. Nedir derseniz eğer; mühürlerin boyutları mesela. Daha büyük yada kişiye özel bir model istediğinizde fiyat artıyor yada kutu tercihiniz özelleştirilirse de değişebiliyor. 

Ben bu mührü kargo dahil 75 TL gibi bir rakama yaptırdım. Ama Mayıs ayı başlarıydı ve kampanya vardı. Fiyatlar çeşitli dönemlere göre indirimlere girebiliyor. Tetikte olmak şart ;)

Ben araştırmalarıma ve tasarımcının dönüş hızı+ilgisine bağlı olarak size iki yer önereceğim.

İlki 'Kitaplarım İçin' İnstagram: https://instagram.com/kitaplarimicin/

Ve diğeri de 'Baykuşhane' İnstagram: https://instagram.com/baykushane/

İki tasarımcı da ilgili ve hızlı dönüş yapıyorlar. Baykuşhane biraz daha kişiye özel tasarımlar yapabiliyor. Mühür kutuları yada mühür sapları gibi. Mail yoluyla iletişime geçtiğinizde en saçma sorularınıza bile sabırla cevap verebiliyorlar. İki tasarımcı da güvenilir ve teslim konusunda sıkıntı yaşatmayan satıcılar. Ben hiçbir sıkıntı yaşamadım ve araştırmalarıma göre yaşayan da yok. 

Siz de sevdiğiniz bir arkadaşınıza, öğretmeninize, sevgilinize, hocanıza, kitap aşığı tüm sevdiklerinize böyle bir hediye alabilirsiniz. İnanın tepkileri görülmeye değer. 

Kitap kokusunda bulunan huzur ortak lisanımız olsun.

Sevgiler


15 Nisan 2015 Çarşamba

Aashiqui 2 ~ Sevdiğin İçin Fedakarlığın Sınırı Neresidir?


Bir film düşünün ki namı şarkıları ile almış yürümüş olsun.. Hatta ve hatta şarkıları filmin rekorlarını kat kat geçip okyanusları aşsın..

İşte bu harika film mükemmel ötesi müzikleriyle Hint sinemasının tarihine başarısını altın harflerle kazıdı. Filmin başarılarından detaylarından uzun uzun bahsedeceğim. Lakin önce filmin konusundan ve karakterlerinden bahsedelim kısaca...


Filmin konusu spoilere girmeden özetle: Kariyerinin zirvesinde düştüğü boşluğu alkolle doldurmaya çalışan, yolunu kaybetmiş ve hızla düşüşe geçmiş ancak bu düşüşün pek de farkında ve umurunda olmayan bir süper star, tüm yeteneğine rağmen şans bulamamış, barlarda şarkı söyleyip ailesini geçindirmeye çalışan bir kız ve kesişen yollarının hikayesi.

Rahul Jaykar (Aditya Roy Kapoor): Goa şehrinde sokaklarda küçük topluluklara şarkı söyleyen sesi büyülü bir genç iken müzik yapımcıları tarafından keşfedilip pırıl pırıl parlayan 'müzik dünyasına' giriş yapar. Yeteneği sayesinde şöhret basamaklarının en altında iken birden zirvede bulur kendini. Kısa zaman öncesine kadar sokaklarda 10-20 kişiye şarkı söylerken birden stadyum dolusu insana şarkı söylemeye başlar. Ödüller arka arkaya gelir, konserler bitmek bilmez ve şöhretin pırıl pırıl gerçekliğinin tüketici etkisi Rahul'u ele geçirmeye başlar. O yoğun, o parlak ve o bunaltıcı dönemde Rahul kendini çıkmazda hisseder ve bu hissi yenebilmek için alkole başvurur. Ve o alkol onun hayatı olur. Alkolü tüm hayatı yapan bir adam düşünün ve bu adamın 'aşkı' hiç ummadığı anda hayatında bulduğunu. 


Aarohi Keshav Shirke (Shraddha Kapoor): Aarohi sıradışı sesi ve sesinde taşıdığı sıradışı tınıyla şarkı söylediği barda tesadüfler zinciri sonucu Rahul ile karşılaşır. Rahul'u o bara çeken Aarohi'nin sesi olsa da Rahul Aarohi'nin kendisi gibi çok yetekli bir ses olduğunu onu görür görmez anlar. Ve Aarohi'nin şöhret basamaklarını tırmanırken kendi yaşadığı buhranı yaşamadığından emin olmak için yanında olmaya karar verir. Ve Aarohi.. ünlü olma yoluna çıktığında, o yolda aşkı da bulur. Ama onun karşısında çok büyük bir rakip vardır. Rahul'un pençesine düştüğü alkolizm. Aarohi aşkı, şarkı söyleme sevdası ve kariyeri arasında çıkmaza girer. Ve tercihini de yapar.. 





Kişisel Yorumum (Çok accık spoiler olabilir) : 


Filmi izleyeli çok uzun zaman oldu. Ama bu film öyle bir film ki aradan ne kadar geçerse geçsin etkisinden çıkamayacağınız bir film. Film yorumcuları film hakkında ikiye bölünmüş durumda. Bundan bahsedeceğim ama ben onlardan bağımsız olarak önce fikrimi yazmak isterim. 


Öncelikle filmin ilk dakikalarında da anlayacağınız gibi film tam anlamıyla bir şaheser. Bu şaheser kısmını açmak gerekirse eğer filmin müzikleri-şarkıları ve şarkıların mükemmel sözleri. Zaten film bittikten sonra etkisinden uzun süre çıkamamanın sebebi de bu bence. Şu anda bile müzik çalarımın 'en çok dinlenen' şarkıları arasında bu filmin OST parçaları ilk sıralarda yer alıyor. 


Zaten yazımın başında da belirtmiştim. Filmin şarkıları filmin-oyunculukların da ötesine geçti diye. Ama bu demek değil ki film vasat. Değil tabii ki hatta bence izlediğim en güzel hint filmlerinden birisi. Öyle efsanevi bir film değil kabul ediyorum ama yine de bu filme 'kötü' demek hakaret olur. 


Zaten film yorumcularının da ayrıldıkları konu da bu. Filmin içi boş olduğunu savunan ve sadece şarkılarıyla gişeye oynadığını savunan görüşler mevcut. Ve aksini savunan filmdeki dram teması altında işlenen aşk hikayesinin çok başarılı olduğunu, şarkıların ise bu hikayenin etkileyiciliğini arttırdığını savunanlar.




Şahsi fikrim filmi izlerken Rahul'un yaşadığı o buhran anını çok iyi anladım. Ekranımdan taşan bir ruh sıkıntısı mevcuttu Rahul'da ve bence bunu izleyiciye çok iyi anlattılar. Ve Rahul'un hayatında çok değer verdiği alkol ve aşkı arasında yaşadığı çıkmaz anı. İşte esas bunu çok iyi vermişler izleyiciye. 



Aarohi'nin filmin kilit noktalarından birinde 'Onun için herşeyden vazgeçerim...Herşeyden..' deyişi.. Ve Rahul'un hayatı ile Aarohi'nin hayatılarında 'en önemli şeyin... vazgeçemeyecekleri şeyi' keşfettikleri an.. 



Ve tüm bu olan biten konunun arkasında buram buram aşk kokan şarkılar.. İşte o şarkılar bu filmin unutulmaz yapan en büyük etken. Gişede neden bu kadar başarılı olduğunu anlamamızı sağlayan şarkılar. Tamam kabul ediyorum şarkılar filmin başarısında çok büyük etki sahibi ama bu şarkılar olmasaydı da bence film iyi izlenme oranları elde ederdi.




Film detaylarına biraz daha inelim ve filmi rekorlara götüren yola bakalım ;) 

(Videolar filmlerden kesit içerebilir. Fazla spoiler içermeyenleri seçmeye çalıştım ;) )

İlk önce 22 Mart 2013 tarihinde filmin tanıtım fragmanı yayınlandı.




22 Martta yayınlanan tanıtım fragmanının arka fonunda çalan 'Tum Hi Ho' şarkısı 23 Mart tarihinde Youtube üzerinden yayınlandı. Ve 10 gün içerisinde 2 milyondan fazla izlenerek bir rekor kırdı. Şarkı o kadar popüler oldu ki birçok ünlü şarkıcı cover yaparak bu parçayı seslendirdi. Ve yayınlandığı tarihte de twitterda trend oldu. O tarihte yayınlanan 2 dakikalık versiyon;




8 Nisan 2013 - Filmin ilk tanıtım posteri yayınlandı.. Rahul'un ceketinin altında yağmurdan korunmaya çalışan çiftimiz. Poster yayınlandığı zaman çok büyük ilgi gördü ve izleyicinin beklentisini yükseltti.





Ve ardından 15 Nisan 2013 tarihinde ikinci trailer geldi..




Filmin aslında 14 Şubat 2013 tarihinde gösterime girmesi planlanmıştı. Ama yapım aşamasında yaşanan gecikmeler sebebiyle gişe tarihi 10 Mayıs 2013 olarak duyuruldu. Ancak bu süre içerisinde yaşanan pürüzler giderilince filmin 26 Nisan 2013 tarihinde gişe yapması kararlaştırıldı. Ve film İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ile eş zamanlı olarak gösterime girdi. 



Filmin bütçesi yani yapım masrafları 12 crore yani 1.9 milyon dolar. Gişe hasılatı 110 crore yani 17 milyon dolar. 



Filmin müziklerinden o kadar bahsettik dinlemezseniz olmaz yani ^^



Arijit Singh'in mükemmel sesinden Tum Hi Ho ♥




Ankit Tiwari'nin büyü gibi sesinden Sunn Raha Hai Na Tu ♥



Arijit Singh ve Palak Muchhal muhteşem düeti..



Arijit Singh ve Palak Muchhal sesinden harika bir düet..



Ve nacizhane kendi çevirimle 'Sunn Raha Hai Na Tu - Türkçe Alt Yazılı ♥






  Sevgiler

29 Mart 2015 Pazar

Hazinem: Çok Değerli Web Siteleri

İnternet dipsiz kuyu anacım.. Ama eğer aramanın gücüne inanırsanız istediğiniz herşeyi ama herşeyi bulabilirsiniz, yapabilirsiniz ^^

İşte ben de çok sevdiğim ve böyle 'gözümün nuru' gibi koruyup kolladığım siteleri bir başlıkta toplamaya karar verdim. 

♥♥♥


Online-Converter.com= Tam anlamıyla bir dönüşüm cenneti. Ses dosyalarını, videoları, fotoğrafları, dosyaları, e-bookları, rar-zip dosyaları ve daha nicesini istediğiniz formata dönüştüren harikalar harikası bir site. Üstelik bilgisayarınıza indirme, kurma-kaldırma sıkıntısı da yok. Mis! :)


offliberty.com= Youtube ve Vimeo videolarını tek tıkla bilgisayarınıza indirmenizi sağlayan güvenli sitelerden birisi. Ses veya isterseniz video formatında indirebiliyorsunuz. Linki kopyalayın ve OFF butonuna basın. Sonra gelsin eğlence :)



turkcekarakter.com= Tam bir acil yardım sitesi :)

*Türkçe harfler kullanılmadan yazılmış metinleri Türkçe harfli hale getirebilir. (mesela ö,ü harfleri) 

*ı, Ğ, Ç gibi bozuk görünen Türkçe harfleri düzeltebilir. 

*Ý, ý, Þ, þ, Ð, ð gibi bozuk görünen Türkçe harfleri düzeltebilir.

*ÅŸ, ı, ÄŸ, ü, ö, ç gibi bozuk görünen Türkçe harfleri düzeltebilir.
*Türkçe harfler kullanılarak yazılmış olan metinleri Türkçe harfsiz hale çevirebilir.
*Tüm metni büyük/küçük harfe çevirebilir.


10MinuteMail.com= Bir sitede bakmak istediğiniz bazı şeyler var ve o site sizden üyelik istiyor. Ama o güzelim mail adresinizi de böyle abuk subuk yerlerde paylaşmak istemiyorsunuz. Amacınız eğer 'bi arkadaşa bakıp çıkıcam' ise bu site tam sizlik. 10 dakikalık geçerli bir mail adresini hizmetinize sunuyor. O süre içinde mail alabiliyorsunuz ve üyelik aktivasyonunu yapabiliyorsunuz. Eğer zamanınız yetmez ise 10 dakika ek süre isteyebilirsiniz. Eee sonra derseniz o mail adresi '10 dakika içinde kendini imha edecektir' Hiç var olmamış gibi. Siz rahat ben rahat! hihi


savefrom.net= Artık bilmeyeniniz yoktur ama yine de yazalım. Pırlanta değerinde bu siteden online versiyon halinde bulunan videoları mp4 yada ses dosyası şeklinde bilgisayarınıza zahmetsizce indirebiliyorsunuz. Mesela ben çok sevdiğim dizileri bu siteyi kullanarak indirip izliyorum. Bilgisayarıma program kurmayı sevmediğimden bu siteler benim can simidim ♥ 


PicMonkey.com= Bloggerların bildiği ve kullandığı online bir fotoğraf düzenleme sitesi. Sitenin en sevdiğim özelliği birçok bölümün ücretsiz kullanılabilmesi ve kullanımdaki kolaylığı. Resimleri rötuşlamada veya kolaj hazırlamada çok başarılı. Tavsiye ederim :)


Pixlr.com= PicMonkey tarzı online fotoğraf düzenleme sitesi. Birçok hatta yüzlerce effect ve düzenleme seçeneği var. Pixlr artık indirilebilir ve ücretli versiyona geçti. Ancak Express versiyonu hala kullanılabilir ve birçok özelliği aktif halde. Şiddetle tavsiye edilir ;)


Benim elimin altında bulundurduğum, sık kullanılanlar sekmemin müdavimleri, vazgeçemeyeceğim web kaynakları. Eğer sizlerinde böyle nadide siteleriniz, cevherleriniz var ise paylaşabilirsiniz ^^ Ayrıca paylaşmak güzeldir :)


Sevgiler

Dereotlu Poğaça Tarifim

Hanımlar birçoğumuz yemek yaparken mutfağımızın mis gibi kokmasını, daha yemek pişmeden ay bu akşam sofrada neler var dedirtecek iştah kabartan lezzetler hazırlamayı çok seviyoruz. Böyle leziz yemekler hazırlamak için de hepimizin özel sırları var:) #benimlezzetsirrim, "Teremyağ Gurme Kaymaklı". Kaymak içeriğiyle yemeklerime ekstra lezzet veriyor. Tamam, kabul ediyorum :) yalnızca yemeklerimin değil puf puf poğaçalarımın, kıyır kıyır kurabiyelerimin mutfağımdan çıkan lezzetlerin sırrı:) Bugün sizler için dere otlu poğaça tarifi hazırladım, sırrı içinde :) Siz de sırları merak edilen, kıskanılan lezzetler hazırlamak isteyenlerdenseniz Teremyağ  Facebook ve Instagram sayfasını takipte kalın.  


Dereotlu Poğaça Malzemeleri:
•    3 su bardağı un,
•    1 demet dereotu,
•    2 adet yumurta (birinin sarısını üzeri için ayırın),
•    200 gr Teremyağ  Gurme Kaymaklı (oda sıcaklığında),
•    3 çorba kaşığı yoğurt,
•    1 çay kaşığı tuz,
•    1 paket kabartma tozu,
•    2 çorba kaşığı sirke,


Üzeri için:
•    1 yumurta sarısı,
•    Çörekotu,


Dereotlu Poğaça Hazırlanışı;

İlk olarak dereotunun saplarını kesip sadece üst kısımlarını ayırıyoruz. Üst kısımları ince ince küçük kıyıyoruz. 2 su bardağı unu tabağa boşaltıyoruz. Unun ortasına dereotlarını koyuyoruz. Ardından Teremyağ Gurme Kaymaklı yı ekliyoruz. 1 yumurtanın sarısını ayırıp kalan yumurtaları harca ekliyoruz. Harcın üzerine yoğurdu ve tuzu ekliyoruz. Ardından sirke ve kabartma tozunu ekliyoruz. İyice yoğurmaya başlıyoruz. Hamuru yoğurduktan sonra üzerini kapatıp 30 dakika kadar dinlendiriyoruz. Hamurumuzun mayalanmasını sağlıyoruz.

Son olarak; hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp avucumuzda yuvarlayıp açtığımız hamuru yarım ay şeklinde katlıyoruz. Birbirine değen kenarlarını bastırarak yapıştırıyoruz ve yağlanmış tepsimize sıralıyoruz.  Üzerlerine yumurtamızı ve çörek otunu ekledikten sonra önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında pişmeye veriyoruz. Üzerleri iyice kızaran poğaçalarımızı fırından çıkartıp soğuduktan sonra servis yapabiliriz. Siz de Teremyağ Gurme Kaymaklı’nın poğaçanıza kattığı  farkı hem poğaçaların daha fazla kabarmasından hem kokusundan hem de enfes lezzetinden fark edeceksiniz.
Afiyet olsun :)

Bu içerik http://lezzettopu.blogspot.com.tr/ tarafından hazırlanmıştır. 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

24 Mart 2015 Salı

Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesi ~ Kellesi Tez Vurula!



Bugün büyük talihsizlik eseri aciline gitmek zorunda olduğum, hayatım boyunca gördüğüm 'en kötü hastane' olarak bir numaraya yerleşen hastane. (İstanbul'daki hemen her hastaneye gitmiş biri olarak söylüyorum bunu) 

Dikkat edin doktorlar kötü demiyorum çünkü hangi doktor olursa olsun o hengamede, karmaşada, kalabalıkta mesleğini hakkı ile icra edebilecek bir doktor tanımıyorum. Bir doktor düşünün; etrafında 8 hasta var, hepsi bir ağızdan dert yanıyor ve doktor da o sırada ilk dinlediği hastanın şikayetine odaklanıp gerekli tahlil ve istekleri yazmaya çabalıyor. Sonra da doktorun ilgisizliği ve yanlış tedavisinden yakınıyoruz. Daha insan olmayı öğrenememişiz ne hasta olmasından bahsediyorsunuz. 

Bir de eğer Küçükçekmece bölgesinde yaşıyorsanız ölseniz dahi kapısından geçmeyin bu hastanenin. İlçe aşırı yoğun suriyeli mültecileri barındırdığından hastanenin halini tahmin bile edemezsiniz. Türkçe hiç bilmiyorlar, dertlerini anlatamıyorlar, doktorlar çaresiz, hastalar çaresiz, personel ise kendi havasında. Eğer şans eseri kürtçe bilen birileri var ise yakınlarda, çat pat anlaşmaya çalışıyorlar. Hele ki kan laboratuvarı görülmeye değer. Türkçe anlamayan bu insanlara kolundan kan alınacağını anlatmaya çabalayan personel kelimelerin yetmediği yerlerde tarzancaya geçiyor.

Tabii ki bu insanlar da sağlık hizmetlerinden faydalanacaklar. Yalnız böyle bir karmaşanın hakim olduğu bir 'acil servis' de hastalara ne kadar kaliteli hizmet verilebilir tartışılır, tartışılmalı. Kapasitesinin kat kat üzerinde hasta bakan doktorlar, kapasitesinin çok çok üzerinde hasta ağırlayan bir acil serviste ateşi var diye eve gönderilen bir hastanın iç kanamadan öldüğünü duymamız çok şaşırtıcı haberler olmaz. Orada olduğum iki saat süre içerisinde beynim bir süre sonra algısını kapatıp duyarsızlığı tercih etti. Ben bir insanım, sıradan bir insanım. O kadar kısa zaman içerisinde çıldırmanın eşiğine geldim. 

Güvenlik canla başla bir şeyleri yoluna koymaya çalışıyor ama sonuçsuz bir çaba bu. İnsanlar sıra bilmiyor, zaten hasta olduklarından tahammül sınırları kat kat azalmış halde. O gün belki de kaç yüzüncü hastasına bakan doktorun (saat 19:00 sıralarında Erişkin Hasta 1 - 698 numaradaydı!! ) teşhis ve tedavi konusunda yargısı şaşmış halde.

Doktorların makine, robot yada köle olduğunu mu düşünüyorsunuz. Acil serviste sıramızın gelmesini beklerken bir süre sonra içeride 'işini' yeterince hızlı yapamayan doktora kızmaya başladığımı fark ettim. Fark ettim ki bu 'kızma' durumu tüm hastalara yayılmış vaziyette. O kalabalıkta içeride canla başla hastalarıyla ilgilenmeye çalışan doktorun çalıştığı şartlara bir daha bakınca, cidden üzüldüm. Hiç kimse bu şartlar altında çalışmamalı. Her mesleğin zorlukları var diye düşünebilirsiniz lakin doktorlarımızın mesleği 'hayatlarımız'! Benim yanlış bir fatura kesmem kimsenin hayatını etkilemezken o doktorun o hengamede atlayacağı bir teşhisin geri dönüşü olmaz.  


Ve lanet olası sağlık sistemimiz, bu sistemsiz hastanede tamamen kördüğüm olmuş halde. 2011 yılında hizmete giren bu hastane 4 yıl içinde adeta dökülüyor. Duvarlardaki boya hakkın rahmetine kavuşmuş, her yer pas kir içinde. Tavanlardan sıvalar dökülüyor. Yaz yaz bitmiyor yahu!! Gitmeyin işte bu hastaneye ne diyeyim ben daha. 

Hasta değildim giderken refakat için oradaydım ama yemin ederim şu an hasta hissediyorum kendimi. Cidden orada mesleklerini icra etmekte olan doktorlarımıza, sağlık personelimize allah sabır versin. Çok zor şartlar altında çalışıyorlar gerçekten. Kendimi düşünüyorum basit muhasebe işlemlerini yaparken, fatura keserken dahi çalan telefonlar dikkatimi dağıtıp asabımı bozarken onlar ne haldedirler kim bilir. Evet onlar da işlerini yapıyorlar. Nasıl ki biz kendimizi 'en iyi şartlar' altında çalışmayı 'hak ettiğimizi' düşünüyorsak, onlar da öyle. 

Şimdi gelip de 'ama doktorlar da çok kibirli bla bla' diye söylenenler olabilir. Olacaktır da.. Sağlık sistemimiz çökmenin eşiğinde çok net söylüyorum. Türkiye'deki doktorlarımızın tüm medeni hakları ellerinden sökülerek alınmışken, üniversite-devlet hastanelerinde asistanları yetiştirecek-eğitecek hoca profesör kalmamışken gelecekte tıp iflas edecektir. Ama Türkiye'de başımız zora sıkıştığında her zaman ne yapıyorsak onu yaparız. Yurt dışından doktor ithal ederiz. Çok güzel ayrıcalıklar veririz bir de onlara; çalışma saatleri dışında muayene hane açabilirler, hafta sonları çalışmazlar, günde belirli sayıda hasta bakarlar vs vs.. Yıllar önce kurbanlık hayvanları nasıl ithal ettiysek ve bu sene de onların önlerine konacak olan samanı da ithal ediyorsak, yakında yabancı doktorları hastanelerimizde görmemiz çok yakındır. 

Tek korkum gelecekte tıp fakültelerini tercih edecek bir gençliğin olmayacağı. Hastanelerimiz neredeyse 'sahra hastaneleri' kıvamına gelmişken, doktorlarımız 'sınır tanımayan doktorlar' gibi dillerini bilmedikleri çeşitli milletlerden insanları tedavi ederken, ülkemiz takvimleri gerilere çok gerilere doğru ilerliyor.

Ama biz en iyisini biliriz.. Doktor dövmeyi bildiğimiz gibi..


16 Mart 2015 Pazartesi

Laneige Water Sleeping Pack_EX ~ Kar Suyu Mucizesi

Laneige Water Sleeping Pack_EX


2013 kışında Peri'nin yapmış olduğu yılbaşı çekilişine katılmış ve Laneige Water Sleeping Pack_EX kazanmıştım.  Bildiğiniz üzere ben kozmetik ürünlerini asla 1-2 denemede hemen waaooww harika yada hih olmamış diyerek yargılayan biri değilim. Özellikle de kozmetik ürünlerinden ilk kullanımda mucizeler! yaratmasını beklemenin saçma olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple en iyi sonucun ve düşüncenin uzun kullanım süreçlerinden sonra elde edildiğini düşünüyorum.

Çünkü hayatımız sadece bir günden ibaret değil. Her gün aynı şeyleri yaşamıyoruz yada hissetmiyoruz. Mevsimler bile değişiyor. Bu yüzden bu tür bakım ürünlerinin uzun vadede değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Mesela kadınlar olarak aylık periyot dönemlerimiz, stresli olduğumuz zamanlar, aşırı sıcak geçen yaz ayları, kuru geçen sonbahar, ayazda yağışsız bir kış veya sırılsıklam bahar ayları.. İşte bu ürünün tüm bu şartlarda kullanılması ve tepkilerinin değerlendirilmesi gerektiğini kanısındayım.

Yani diyeceğim o dur ki sözün özü bu kremi yaklaşık olarak bir yılı aşkın süredir kullanıyorum. Ve bu da benim ürün hakkında istediğimi söyleme hakkına sahip olduğumu gösterir. Ve yine de deneyim ve tecrübelerin kişiye özel olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Şimdi geçelim önce ürünü tanımaya. Neymiş bakalım bu Laneige Water Sleeping Pack_EX ^^


Laneige'in 2011 yılında kozmetik dünyasına hediye ettiği bu şahane ürün çıkış yaptığı sene birçok ödülü de toplamış Güney Kore menşeili şahane bir kozmetik malzemesi. Elle Beauty İt List, Womens Weekly Best Beauty Buy ve Cosmo Asian tarafından 'En İyi Ürün' ödüllerini toplamış. Ürünün özü yani kullandığı ana promosyon sözü 'Himalaya Kar Suyu' kullandığı yönündeki vaatleri. 

Ve ürün görünüş olarak bir bakım kremi olarak görünse de aslında bir uyku maskesi. Yani nasıl oluyor o derseniz önce detaylarla anlatalım ;)

Gece olduğunda cildimizin geçirgenliği gündüz vaktine göre daha fazla oluyor. Yani gündüz konuşma, diyaloglar, gün ışığı vs gibi şartlarda cildimiz milyon tane mimik ve hava şartlarıyla mücadele ederken tam anlamıyla savunma kalkanlarını kaldırmış vaziyette oluyor. Gece olup da uyku vakti yaklaştığında cildimiz savunma mekanizmasını devre dışı bırakıp bakım-onarım zamanına geçiyor. Böylelikle gece uykumuzda cildimiz kendini tamamen onarmaya adıyor.

Laneige Water Sleeping Pack_EX


Laneige kremi gece uyguladığınızda tamamen savunmasız haldeki cildimiz adeta bir nem jakuzisinde yüzüyor gibi oluyor. Yani demek istediğim bu ürünü uyguladığınız her seferde cildin nem tutma kapasitesini arttırıyorsunuz. 


Krem gece boyunca; Beta-glucan (suda çözünen lif) ile güçlendirilerek cildin yenilenmesine katkı sağlıyor, Seramid SLN ile cilt bariyerine destek vererek nem kaybının önüne geçiyor, içeriğinde bulunan Hunza kayısı özleri de ciltte bulunan zararlı toksinlerle savaşarak cildin yenilenmesine ve cilt tonu renginin dengelenmesine yardımcı oluyorken, kestane özleri de cildin yenilenmesine destek oluyor. İçeriğindeki Himalaya kar suyu ise cildin berrak, parlak ve dingin bir görünüme sahip olmasını salıyor. 

Ayrıca ürünün bir iddiası da var ki es geçmemek gerekli. Ürün AMOREPACIFIC, Sleepscent adlı koku-esans patentiyle kendini vazgeçilmez olmaya adamış. Şimdi açıklarsak eğer; kremin sahip olduğu hafif çiçeğimsi ve ferahlatıcı hoş koku gece boyunca derin, huzurlu ve dinlendirici bir uyku uyumanıza destek oluyor. Ve unutmayın ki iyi bir uyku hem cilt hem de beden için bir numaralı ilaç. Kokusunun içinde yer alan baskın Turunç çiçekleri, Gül, Ylang Ylang özleri, Sandal kokusu özleri ve Sleepscent adı verdikleri patentli uyku terapisi kokusu rahatlatıcı ve huzurlu bir uykunun kapısını açıyor. 


Laneige Water Sleeping Pack_EX

Ama bahsettiğim bu koku kesinlikle rahatsızlık verici bir koku değil. Aksine çok hoş ve rahatlatıcı, ferahlatıcı bir etkisi var. Ürünün kendisi zaten jel kıvamında. Rengi açık yeşil-mavi tonlarında, jel kıvamında. Çok az ve minicik bir miktarını bile tüm yüzünüze rahatlıkla uygulayabiliyorsunuz. Emilimi çok çabuk, eğer ekstra kuru bölgeleriniz varsa ikinci bir uygulama yapabiliyorsunuz. Jel kıvamında olmasına rağmen yapış yapış bir his bırakmıyor.

Yazının başında ürünün bir maske! olduğundan bahsetmiştim. Ama yüzünüzde bir tabaka hissiyatı hiç olmuyor. Hatta çoğu zaman sürdüğünüzü bile unutabiliyorsunuz. Kullanım talimatlarına gelirsek eğer; gece cildinizi temizleyip toniğinizi uygulayın. Başka hiçbir krem sürmeden bu güzel kremi cildinize uygulayın. Zaten yaklaşık olarak 1 dakika içinde cilt tarafından tamamen emilerek kendini yok edecek. 

Ama maske dedin nasıl temizleyeceğiz biz bunu? diye soracaksanız eğer; çok kolay. Sabah uyandığınızda sadece ılık su ile yüzünüzü iyice yıkamak durulamak. Bu kadar. Normal sabah 'yüz yıkama' seansınıza 1-2 defa fazla su çarpma ekleyeceksiniz o kadar. Ve aynaya baktığınızda dinlenmiş, rahatlamış ve zinde bir görünüm sizi karşılayacak ;)

Kullanım için ipuçları;

* Ürün her türlü cilt tipine uygun. Ama tabii ki siz yine de cilt tipinize uygun aralıklar seçmelisiniz. Mesela kullanım kılavuzunda normal-karma ciltler için haftada 1-2 defa uygulayınız diye yazıyor. Ama kuru cilt tipine sahip olanlar cilt tepkilerine göre bu rakamı arttırabilir şeklinde de mini bir not var.

* Ürün sadece yüz için değil boyun bölgesinde de kullanılabiliyor. Ben genellikle banyo-duş alacağım günlerde boyun bölgesine uyguluyorum. Temizlemek-durulamak daha kolay oluyor.

* Kokusundan faydalanmak adına kutu üzerinde iki püf nokta belirtilmiş. Ürünü cildinize yaymadan önce burun, alın ve yanaklarınıza bırakın. Ve birkaç saniye ürünün kokusunu derin derin soluyun. Ayrıca eğer kendinizi stresli, bıkkın yada bunalmış hissediyorsanız ürünün kapağını açıp bir dakika kadar soluyunuz rahatladığınız hissedeceksiniz şeklinde iddiaları da mevcut. Ben kokusunu çok sevdim. Koku konusunda hassas olanları bile rahatsız etmeyecek derecede hafif ve çok hoş. Rahatlatıcı olduğu da bir gerçek. 


* Bildiğiniz üzere asyalı bayanların ciltleri yağlı tipte oluyorlar. Ama kullanıcı yorumlarını okuduğumda ürünün sadece gece kullanımında değil gündüz kullanımında bile çok başarılı sonuçlar verdiğini gördüm. Özellikle de kuru cilt tipine sahip olan kullanıcılar makyaj bazı olarak kremi ciltlerine sürdüklerinde makyajlarının kalıcılığını ve ciltteki pürüzsüz duruşunun daha iyi olduğunu söylüyorlar. Ciltlerini makyajdan kurtulduklarında, kremin 'maske' özelliğinin makyaj ürünlerinin zararlarından cildi koruduğunu söylüyorlar. (Kapatıcı ve fondotenlerin gözenekleri tıkaması gibi) 

Benim kişisel kullanım yorumuma gelince;

- Dediğim gibi kremi yaklaşık olarak bir yıldan fazladır kullanıyorum. Karmadan-yağlıya cilt tipim var. Ve ürünü genellikle geceleri kullandım. Ve sabahları vaat ettiği gibi dingin ve rahatlamış bir ciltle uyandım. 

- Okuyucu notlarında gördüğüm -makyaj bazı- olarak kullanılma fikrini de uyguladım ve gerçekten de güzel sonuçlar elde ettim. Makyajın yorucu ve yıpratıcı etkisinden cildimin etkilenmediğini gördüm. Makyajımı temizlediğimde bile cildim dingin ve rahat görünüyordu. 

- Kremin bu harika etkilerini gördükten sonra yıl içinde kol dirseklerimde yaşadığım aşırı kuruma sorununu da bu kremle aştığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca yine ayak topuklarımda yaşadığım sertleşmenin de üstesinden bu krem sayesinde geldim. Ürün -cilt- üzerinde muhteşem etkileri olduğunu söylüyordu. Vücudumuzun tamamen cildimizle sarıldığını unutmamamız gerekiyormuş.

- Tüm bu kullanımlara ve zamana rağmen hala kutunun yarısını geçemedim. Çünkü krem jelimsi bir yapıda. Çok az bir miktarını bile tüm yüzünüze yayabiliyorsunuz ;)

- Ne kadar uzun yazmışım buraya kadar okuduysanız ne mutlu bana :D 

- Ve son bir not daha eğer yurt dışından gelen harika makyaj ürünlerine ilginiz var ise Peri blogunda 'makyaj malzemeleri' satışı düzenliyor. Uygun fiyatlara çok iyi ürünler bulabilirsiniz. Tavsiye ederim. Linke göz atmayı sakın unutmayın ;)


19 Şubat 2015 Perşembe

Son Zamanlarda İzlediklerim...

Son zamanlarda benden haber almak ne kadar da zor oldu dimi?! Evet bende sizler gibi düşünüyorum. Çok uzun zamandır bloga yazmadığımın farkındayım. Yazmak için bir dürtü gerekiyor. O yazıyı yazmayı istemelisin. Bu arada neler neler yaptım geniş bir özet yazayım size :)

İzledim: Bu boşlukta birçok dizi izledim, izliyorum. Hali hazırda güncel olarak takip ettiğim ve bölümleri yada sezonları gelir gelmez izlediğim yapımları 'İzleme Listem' sayfasından görebilirsiniz. Bloga yazmadığım süre içerisinde izlediklerim ise..

Kore:


Pride & Prejudice dizisini izledim. Çok beğendim ve heyecanla izlettirdi. Choi Jin-hyuk aslında bu dizi öncesine kadar pek de beğendiğim bir oyuncu değildi. Ama sanırım oyunculuğunu ve karizmasını konuşturacak bir yapım henüz karşısına çıkmamıştı. O yüzden Pride & Prejudice dizisinde savcı rolüyle 'Sulanılacak Koreli Aktöreler' listemde zirveye doğru epey basamak tırmandı kendisi. İzlerken izlettirdi yani. Oyunculuğu ve karakteri yansıtmasını, konunun içine çekişini beğendim. Gizem, dedektiflik, savcı ve hukuk teması içerisinde izleyen konuları seviyorsanız, mutlaka şans vermelisiniz ;)


Empress Ki diğer bitirdiğim dizi. Ben tarihi kore dizilerini severim. Ama konu ve oyuncu faktörü çok önemli tabii ki. Twitterda ve forumlarda dizi hakkında övücü yorumları görünce diziye şans vermek istedim. Ve bunun gayet yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum. Zaten Ha Ji-Won'un oyunculuğunu severim. Dizide canlandırdığı Seung-Nyang karakteri de ona çok uymuş. İmparotiçe olduğu kader yolu iki kral ile kesişince.. ve bu yolda aşk ve intikam ateşi arasında kalınca... neler oluyor onu izliyorsunuz. Bazen eğlenceli, dönem dizisi olduğundan bol entrikalı ve Ji Chang-Wook tarafindan canlandırılan Çin İmparatoru karakteri ile gayet de eğlenceli. Dizinin ana mesajı nedir derseniz eğer; AŞK uğruna intikamdan vazgeçebilseydiniz, feda edeceğiniz AŞK için neler yapardınız. Özetle bu sanırım. İzleyin beğeneceksiniz. Ağlamayacağınızı garanti etmiyorum. Garanti olan tek şey Ji Chang-Wook hayranı olacaksınız :D


My Spring Days geçen hafta bitirdiğim bir kore dizisi. Diziyi yeppuda da görünce izlemeye karar vermiştim. Tanıtımına bakınca da geçen sene Fated to Love You dizisinin finalinde sürekli tanıtımı dönen dizi olduğunu anladım. Ve bir şans vermeye karar verdim. İlk sekiz bölümü -çok kötü bir google traslate- çevirisi ile yeppuda dan izledim. Sonra merakımı cezbedince de kalan bölümleri orjinal dilde ingilizce alt yazılı izledim. Konusu kabaca şöyle; genç yaşında kalp hastası olan bir genç kız kalp nakli olur. Ve bir adam da iki çocuğuyla eşinin ölümü ardından yalnız kalmıştır. Ve siz deyin kader biz diyelim nakledilen organ bu iki insanı bir araya getirir. Karakterler arasındaki kimyayı beğendiğim için izlemeye devam ettim. Çifler arasında accayip bir yaş farkı olduğunu söylemeliyim. Dizi boyunca karakterlerin yaşından hiç bahsedilmiyor. Sadece bir sahnede kız ile adamın arasında 18 yaş fark olduğunu öğreniyoruz. Ama dizi boyunca yaş tahmini diyaloglarından çıkardığım, adamın 40 yaşından genç olduğu ve kızın da 20 li yaşlarının başında olduğu. Dizi eğlenceli ve bir noktadan sonra dramaya yönleniyor. Fena bir dizi değil. Ben beğendim. Tavsiye eder misin derseniz eğer hmmm bilemiyorum herkesin zevkine pek uyacak gibi değil. 


Daisy: Evet.. evet.. kore camiasında bu efsanevi filmi izlememiş insan bulmak epey zordur. Haricimin içinde yıllardır! izle beni.. izle beni dercesine duran bu filmi sonunda izledim. Ve açıkça söylüyorum zor bitirdim. Ve yine dürüstçe yazıyorum beğenmedim! Sanırım bu filmden sonra izlediğim onlarca abartırsak yüzlerce kaliteli filmden sonra içi boş bir film gibi geldi. Olan polise oldu o kadar yani. Yani filmin finaline baktığımızda ne gerçekten sevildi ne de gerçekten sevdi.. Yani kadının sevdiği o değildi ve adamın sevdiği kadın da gerçek değildi. Bana pek mantıksız geldi ve ben her zaman dediğim gibi saçma olsa bile mutlu sonları seviyorum. Haricimin içinde boşalan bir yer haricinde benim için pek anlam ifade eden bir film olmadı. Yine de 'bu film benim hayatımın filmi yaaee' diyenleri tenzih ederim. Zevk meselesi işte ;)

Hindistan:

Evet evet doğru okuyorsunuz.. Hint sineması son zamanlarda sizin de gördüğünüz üzere aşırılacak film konuları ve şarkılarıyla adeta bir cennet. Eğer gerçekten ne aradığınızı bilirseniz çok kaliteli yapımlar bulacağınız garantidir. 


Ram-Leela: Hindistan tasviriyle bir Romeo & Juliet hikayesi.. Renkleriyle, konusuyla, şarkılarıyla, danslarıyla, oyuncularıyla, senaryosuyla.. tam anlamıyla bir görsel şölen! Konuyu sizde biliyorsunuz aslında; İkisi de çok sevdiler ve ikisi de en sevdikleri için mücadele ettiler... Hatta şöyle diyebilirim MUTLAKA İZLEYİN!  Ara ara hala müzik videolarını açıp izliyorum. Çok sevdim ve tekrar tekrar izleyebileceğim bir film olarak arşivimde yerini aldı ;) 


Lunchbox: Birkaç yerde ve blogda film hakkında 'çok güzeldi' temalı birkaç yorum okudum. Özeti ve fragmanını okuduğumda pek ilgi çekici gelmese de yine de izledim. Benim şahsi yorumum 'çok güzeldi' olmazdı.. hmmm 'iyi' sanırım yeterli olacaktır. Her seferinde üzerini çizermişim gibi oluyor ama -zevk meselesi- diye yine belirteyim. Karışan yemek kutuları ve tesadüfen tanışan bir çift. Aralarında -aşk- vardı diyemiyorum çünkü yoktu bence. Hayatından fazlasıyla bunalmış, taktir görmeyen, eşi tarafından ihmal edilen bir kadın ve hayatın monotonluğu arasında kaybolup gitmiş bir adamın hikayesi. Kadın hazırladığı birbirinden leziz yemeklerle adamın monoton hayatını baharatlarla renklendirirken, kadının hayatı da bulduğu yenilikle yepyeni bir canlılık kazanmıştı. Filmin verdiği ve benim de çok hoşuma giden mesaj; 'Elalem ne der!' diye düşünmekten mutluluğu unutur olduk.. İşte tüm hikaye bunun etrafında dönüp gidiyor.. Tavsiye konusuna gelince.. Tek düze ve sakin sakin ilerleyen bir film. Temposuz ilerliyor ve arada -pause- tuşuna basıp işlerinize bakınca aklınız filmde kalmıyor. Sanırım yeterince açıklayıcı olmuştur ;)


Khoobsurat: Filmi izlemenizi tavsiye etmek yada etmemek arasında kararsız kaldım. Zira sizlerin de Fawad Khan hayranı olarak potansiyel bir rakibe olmanızı istemiyorum :D hihi Film modern zamanda Hindistan'da geçen bir peri masalı hikayesi. Disney tarafından desteklendiğini ve gayet iyi izlenme oranları elde ettiğini söylememe gerek yok sanırım. Çok hoş bir havası ve insanı mutlu eden bir konusu var. Dedim ya bir Disney yapımı. Bir prens, kıpır kıpır bir kadın karakter ve bir adet de peri masalımız var ;) Kaliteli bir alt yazıyla izlemek çok zor. Benim gördüğüm kadarıyla senkron sıkıntısı çoğu yerde mevcut. Eğer düzgün bir alt yazı ile izlemek isterseniz sizleri http://indiasia.boards.net forumuna bekliyorum ^^ 


Daawat-e-Ishq: Yine çok severek ve beğenerek izlediğim bir Hint filmi daha :) Konusuna hafifçe değinirsem; Hindistan'da geleneklere göre evlenirken kız tarafı erkek tarafına başlık parası verir. Hint hükümeti kanunlarla bunun önüne geçmek için çabalamaktadır. Kızımız da paraya ihtiyacı olduğundan zengin bir adam bulup -sözde- başlık parası istemesini sağlayacak dava açarak para kazanacaktır. Lakin hesapta olmayan bir durum söz konusudur: ağına düşürdüğü adam pek bir umarsız, yakışıklı, eğlenceli ve karizmatik olan bu adama aşık olacaktır :P Konusu çok güzel ve eğlenceli şekilde ilerliyor. Sıkılmanız söz konusu bile olamaz ;) Ve yine sizleri harika bir çeviriyle hazırlanmış olarak izlemeniz için http://indiasia.boards.net adresine bekliyorum ;) Pişman olmayacaksınız..

Benim son zamanlarda izlediğim yapımlar bunlar. Bunlar haricinde güncel olarak takip ettiğim birçok dizi var. Hint olsun Kore olsun ve tabiki olmazlardan Amerikan yapımları olsun sıkı bir şekilde takip ediyorum ^^ 

Benden haberler bu kadar :P Görünen o ki boş zamanlarımın tamamını pc karşısında dizi-film izlemeye ayırıyorum. Neyse en azından sanal olarak da olsa mutluyum :/


Sevgiler
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...